10 Ocak 2010 00:00
Kafaları kumdan çıkarmak
Vatan, millet, bayrak, hizmet, refah, kalkınma, kalite ve daha nice klişe sözler havada uçuşuyor. O bir türlü susmayan, süslü, cilalı kafalar televizyonlardan eksik olmuyor.
Vatan, millet, bayrak, hizmet, refah, kalkınma, kalite ve daha nice klişe sözler havada uçuşuyor. O bir türlü susmayan, süslü, cilalı kafalar televizyonlardan eksik olmuyor. Futbol konuşmaktan yorulmayan, dualar okumaya doymayan kafalar da geçit töreni yapar gibi. Kafaları karıştırmak, kulakları sağırlaştırmak ve insanları uyutmak dışında hiçbir anlam taşımayan programlar televizyonlarda dönüp duruyor.Televizyonlar, radyolar, gazeteler, İnternet siteleri, twitter; her çeşit aracı kullanan baskın medya yakıcı gerçeklerle ilgilenmiyor. Örneğin, Türkiyede çocukların durumu onlar için çekici değil. Çocukların durumunu anlatmıyorlar. Onlar toplumu meşgul etmekle, kafa karıştırmakla ve gütmekle görevli. Medya, gerçekleri görmek istemeyen gözler, duymak istemeyen kulaklar, kafalarını kuma gömmeyi kabul eden kitleler yaratmakla uğraşıyor. Demokrasinin dördüncü gücü medya, gerçeklere sırt çeviriyor ki, toplum da gerçeklere sırt dönsün.Geçen hafta bıraktığım yerden sürdüreyim: Sene 2010! Artık çocuklar için, gelecek için, barış için gerçeklerle yüzleşmek zamanı. Kafaları kumdan çıkarmak zamanı. Yarın değil, şimdi!Faruk Balıkçı ve Namık Durukan iki muhabir gazeteci. Oturdukları yerden köşeler dolusu yazan, kendilerine gazeteci diyenlerden değiller. Gerçekten haber peşine düşen gazeteciler. Biri 1961, diğeri 1962 doğumlu. Doğup büyüdükleri toprakları kasıp kavuran şiddeti, özellikle de bizzat gördüklerini ve yaşadıklarını Ölümün İki Yakasında (Berfin Yayınları, 2009, 2. baskı) adlı kitapta anlatıyorlar. Anlattıkları arasında çocukların yaşadıkları da var. Kafasını kumdan çıkarmak isteyenlerin duyması, bilmesi, bellemesi gereken bir öyküyü bu kitaptan alıp aktarmak istiyorum.Küçük Hazalın ÇığlığıSene 2001. Mevsim bahar. Yer, Bingölün Karlıova ilçesine bağlı Yiğitler köyü. Hazal (Xezal) 11 yaşında. Faruk Balıkçı ve Namık Durukan onun başına gelenleri ama ne onun, ne de başka bir çocuğun başına gelmemesi gerekenleri şöyle aktarıyorlar:Her bahar başlangıcında olduğu gibi, arkadaşlarıyla birlikte bayırlara, yöreye özgü bitkilerden tuzık ve çiriş toplamaya çıktı. Bunun için Yiğitler Karakolunun önünden geçmeleri gerekiyordu, çünkü başka bir geçiş yolu yoktu. Ancak karakolun önündeki azgın köpekler, hepsinin en büyük korkusuydu. Onları ürkütmemeye çalışarak, adeta nefeslerini tutup geçiyorlardı her seferinde.Karakol köpekleri, askeri giyimli olmayan herkesi potansiyel tehlike olarak algılıyordu, çünkü böyle eğitilmişlerdi. Çocuklar, nefeslerini tuta tuta köpekleri ürkütmeden karakolu arkalarında bırakmayı başardılar. Ancak,
Hazal bitkileri topraktan sökmeye yarayan çakısını koynundan düşürdüğünü fark etti. Ablası Meral ile birlikte çakıyı bulmak üzere geri döndüler. Küçük kız, çakıyı karakolun oralarda bir yerde düşürdüğünü sanıyordu. Karakola kadar koynundaydı çakı. Sonra köpeklerin korkusundan olacak, karakolun önünden geçtikleri sırada düştüğünü fark etmemişti.Sonunda geldikleri yolu inceleye inceleye karakolun önüne geldiler. Mevzide bekleyen askerlerin sert bir sesle; Buradan uzaklaşın uyarısı ikisini de ürküttü. Meral, askerlere Asker abi, çakımızı kaybettik, bulunca gideceğiz dedi. Bunun üzerine uyarıyı yapan asker, köpeklere küçük kızları işaret ederek Yakala! komutunu verdi. Meralin aniden öne fırlamasıyla karakol köpeklerinin harekete geçmesi bir oldu. (Bu bölüm, Meralin anlattıkları ve ifadesi doğrultusunda hazırlanmıştır.)Asker abi, kurtar bizi, asker abi, bizi ısıracaklar, nolur kurtar bizi! diye haykırıyordu Meral ama hiçbir askerin azgın köpeklere müdahale ettiği yoktu. Saldırıya geçen köpeklerin sayısı yediyi bulmuştu. Koşmaya çalışan Meral, kardeşi Hazalı da peşinden sürüklemeye çalışıyordu. Büyük bir korku ve panik içinde ilerideki mezarlığın duvarına tırmanmayı başaran Meral oldu. Küçük Hazal ise duvarı aşamamış ve köpeklerin ortasında kalakalmıştı.Meral, köye doğru havar, havar (imdat, imdat) diye bağırmaya başladığında sayısı onu bulan köpekler, minicik bedeni parçalamaya başlamıştı bile... (s. 105)Hangi HazalHazalın başına gelenler, daha ayrıntılı olarak Orhan Miroğlunun kitabında (Ona Zarfsız Kuşlar Gönderin: Uğur Kaymaz Kitabı. Agora Kitaplığı, 2006; s.32-38) bulunabilir. Acımasızlığın kurbanı olan Hazalın fotoğrafı da var bu sayfalarda. Ama köpekler tarafından parçalanan Hazalın öyküsü baskın medyada yok. Baskın medya, aslında Hazalları ve diğer çocukları ölmeden yazmıyor. Çocuklar ancak öldüklerinde ilgi çekici oluyorlar: Asansör boşluğuna düşerek can veren 9 yaşındaki Hazalı, beton karıştıran kamyon altında kalan Hazalı yazıyorlar. Ama özellikle İstanbulda, burunlarının diplerindeyse yazıyorlar. Uzaktaki Hazallar onları pek ilgilendirmiyor.Bingölün Karlıova ilçesine bağlı Yiğitler köyünde, 2001 baharında köpekler tarafından parçalanan Hazal ise onları hiç ilgilendirmiyor. 11 yaşındaki Hazalı parçalayan köpekler, bu köpekleri Hazala saldırtanlar ve bu olayı soruşturmayanlar, göz yumanlar hiçbiri çığırtkan medyada yok.Türkiyede çocukların yaşadıkları işte böyle şeyler. Kafasını kumdan çıkarmak isteyenlerin duyması, bilmesi, bellemesi gereken daha nice öykü var. Haftaya bu öykülerden bir diğerine yer vereceğim.Sene 2010! Kafaları kumdan çıkarmak zamanı. Yarın değil, şimdi!
Doç. Dr. Serdar M. Değirmencioğlu
Doç. Dr. Serdar M. Değirmencioğlu