10 Ocak 2010 00:00

Avatar mı antiemperyalist?

Salon sinemasının kurtuluş umudu olan filmde, kurtuluşu bulan çok oldu. Hayır hayır, kendi başlarının çaresine bakamayan üç metrelik kuyruklu mavi yaratıklar değil. Sizin benim gibi insanlardan bahsediyorum.

Paylaş
Salon sinemasının kurtuluş umudu olan filmde, kurtuluşu bulan çok oldu. Hayır hayır, kendi başlarının çaresine bakamayan üç metrelik kuyruklu mavi yaratıklar değil. Sizin benim gibi insanlardan bahsediyorum. Belki meseleye daha basit bakan bazı arkadaşlar diyecek ki, gezegenleri işgal edilen Naviciklerin hiçbiri kaydadeğer bir kahramanlık gösteremedi de, direnişin önderi beyaz adam filmde işi çözdü. (Çaktırmayın, o işin bariz kısmı. Şimdi biraz açacağız.)Burada konumuz Avatar’ı beğenip beğenmemekle ilgili değil. Görüntüleri şöyleydi, tekniği böyledi, konusu öyle miydi meselesi zaten hiç bitecek bir tartışma değil. Daha konuşulmaya yeni başladı. Yine de 18 Aralık Pandora’nın Kurtuluşu tarihinin üstünde biraz duralım. Biz, 18 Aralık 2009’dan beri Avatar filmine giden faniler, filmin başında değil de, ortalarında öğreniyoruz ki, bu gezegende, çok değerli bir maden çıkarılıyormuş. Bütün tantananın nedeni de buymuş. Bilimsel çalışmaları ve askerleri kontrol eden şirketin derdi bunu çıkarıp satmakmış. Önce bilim insanlarını mavi vatandaşları ikna etmek üzere görevlendirmişler, o tutmayınca askerleri salacaklarmış. Maksat, unobtanium madeninin alanından çekilsinler, insanlar onu rahatça çıkarsın, dünyaya götürüp pahalıya satsın. Hikaye insana bayağı tanıdık geliyor tabii. Nihayetinde, bu tanıdık hikayenin kazananı Pandora oluyor, çünkü dünyalıları püskürtüyorlar (Aralarına almayı kabul ettikleri ‘iyiler’ hariç).Bu filmin bir tavrı var. O da şu. Birileri, başka birilerinin gezegenindeki bir taşı almak istiyor. Onlar da vermek istemiyor. Bunlar gidip zorla almaya çalışıyor. Buradan, Avatar’ın ya da Yönetmeni James Cameron’un savaşa karşı olup olmadığı sonucu ne kadar zorlamayla çıkar bilmiyorum da, emperyalizme karşı olmakla bunun bir ilgisi yok. Bu bildiğimiz hırsızlık, adi hırsızlık. Hırsızlığa karşı bir film diyebiliriz. Bir de doğayı seviyor.Sinema salonundan biraz dışarı çıkıp sohbetimize devam edelim o zaman. Emperyalizm diye, bir ülkenin bir diğerinden bir şey çalmasına demiyoruz ya biz. Doğal kaynakları da buna dahildir, ama bir sömürü halinin adı emperyalizm. Kapitalist bir sömürü hali. İşgal, bunun sadece yöntemlerinden biri olabilir, o da çok seyrek olarak uygulanır aslına bakarsanız. Buyrun, bizim memlekette son 90 yıldır yabancı askerler tanklarını üstümüze sürmedi ama elimizde bir tek unobtanium kaldı almadıkları, onu da nereye sakladığımızı biz de bilmiyoruz. Avatar’ın meselesi şu; savaşın bir yanında tarif ettiği adamlar, fena halde Irak’ı işgal eden Amerikan ordusunu çağrıştırıyor. Ama öte taraftakiler, Kızılderilileri. Kızılderililer, bu tarihte, savunması en kolay halk zaten. Hem çok eskide kaldılar, hem bitirildiler. Kovboyların torunlarının torunlarına “olmasaydı” dedirtmek kolay. Ama bir Iraklının, bir Filistinlinin direnişini kahramanlık olarak gösterecek bir Amerikan filmi yapıldı mı şimdiye kadar? Kızılderili iyi güzel de, hepimiz Kızılderiliyi sevelim. Ama bunun bizim içinde yaşadığımız çağla ilgisi yok. İşte, Avatar kafası, kolaya kaçmayı seçerek, aslında adam akıllı bir mesaj vermiş falan olmuyor. Dikkatinizi bir “ayrıntıya” çekmek istiyorum: İnsanların, orada, gelişmiş teknolojiyi kullanan, kâra dayalı bir sistemi olan ve işgalci taraf olan insanların, bütün davalarını dayandırdıkları “unobtanium” nanesi son derece belirsiz. Belirsiz, çünkü hakkında tek bildiğimiz şey “para ediyor” olması. Bizden de bundan petrolü anlamamız bekleniyor. Anlarız anlamasına da, biz petrolün neden para ettiğini bilmenin kolay olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bir şeyin sadece para ediyor olması marifet değil, onun neden “para ettiği” sorusunun cevabı, emperyalizmin neden emperyalizm olduğuyla ilgili. Örneğin, farazi bir fikir olarak, Pandora halkının bu madeni kendisi çıkarıp, kendi yararı için işlemesi diye bir ihtimali neden tartışmıyoruz biz? Çünkü onlar, ata binen, sadece ok ve yay kullanan, avcılık ve toplayıcılıkla geçinen, sınıfların olmadığı ilkel komünal bir toplum. İnsan toplumunun tarihine ait kavramlarla konuşuyoruz ama Pandoralılar o kadar insanlaştırılmış bir şekilde tarif edilmiş ki, bu bir sorun yaratmaz, merak etmeyin. Bu hallerinin değişme ihtimalini bile düşünmüyoruz biz. Tek talepleri kimsenin onların yaşam biçimlerini bozmaması, değişmemek, “atalarından” kalanları korumak. Mistik nedenlerle hayatlarına yabancıların karışmasını istemeyen birtakım canlıların direnişleri, tabii ki saygıya değer, ama bizim içinde yaşadığımız çağla, dünyayla, koşullarla bir ilgisi yok. Kazanma ihtimalleri de, Iraklıların, Filistinlilerin, Vietnamlıların, bizim, emperyalistlere karşı kavgamızı kazanma ihtimalimizden daha düşük. Makineli tüfeklere, uçaklara karşı ok ve yayla savaştıkları için değil, o mesele olmazdı da, orada tarif edilen canlılar naif ve basiretsiz, ilkel orman yaratıkları. İşte onun için, filmden çıkan sonuç, emperyalizmin ne kadar haksız olduğu, onun yenildiği bir ülkenin, bir dünyanın mümkün olduğu değil, “Keşke Pandora’da yaşasak”. Konu antiemperyalizmle ilgili değil, onun kötü bir taklidi. Çünkü emperyalizme dair gibi görünen hikaye, masal kitabı gibi bitiyor. Gök insanlarından biri gelir, kimsenin binemediği kuşa biner ve direnişi yönetir. Çizilen resimde, kendilerinden başka gezegenleri ve halkları düşünmeyecek kadar kötü olmak insana özgü. Eyvallah, ama aynı şekilde başka gezegenlerin halklarını düşünmek yeteneği de insanlara özgü, makine yapmak, kitap yazmak, o madeni çıkarmak için Pandoralıların ikna edilerek yerlerini terk etmelerini sağlamalarını tartışmak da, kurtuluş savaşını yönetmek de insana özgü. Büyüklük, yine bunlarda kalıyor anlayacağınız. Mağdur olanların özellikleri ise, mistik inanışlara sahip olmak, ağaçla, kuşla böcekle konuşmak ve kendi hayat tarzlarını ve memleketlerini korumak istemek.Bu resmi çizen kafanın emperyalizmle, oryantalizmle ilgisi olmadığını kim iddia edecek?
Çağdaş Günerbüyük
ÖNCEKİ HABER

Sırlar odasında kozmik patates kardeşliği

SONRAKİ HABER

ADNAN ÖZYALÇINER:Eskiden İstanbul herkesindi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...