16 Ocak 2010 00:00

KUŞATILAN ÇEVREMİZ

Toplumların arasına çekilmiş görünmez bir set vardı, bu set şimdi görünüyor. O setlerin bazısına dokunuyoruz, dokunamadığımızı da hissediyoruz.

Paylaş

Toplumların arasına çekilmiş görünmez bir set vardı, bu set şimdi görünüyor. O setlerin bazısına dokunuyoruz, dokunamadığımızı da hissediyoruz. Filistin halkının önüne betondan bir set çekiliyor, inşaat dergileri de bu duvarın teknik özelliklerini ve inşaatın hızını öve öve bitiremiyor. Ülkemizde çekilen setler de giderek yükseliyor; işin tuhafı, bizdeki ve İsrail’deki bu duvarcılar birbirlerine boyuna horozlanıp duruyor.
Kendisini safkan Türk olarak nitelendiren bir zihniyet, ikinci sınıf yurttaş ilan ettiklerini, ülkenin birçok yerinde uyguladığı linç politikası ile ezmeye ve yok etmeye çalışıyor. Ermeniler, Aleviler, Rumlar, Süryaniler, Kürtler derken sıra Romanlara geldi; geçtiğimiz günlerde Romanlar da evlerinden, yurtlarından tehdit ve baskıyla kovulmaya başlandı.
Birbirimizle yaşarken, gerilim yaşanmasına da yabancı değiliz. Bu gerilim, kendisini bazen feodal anlamda gösterir. Örneğin, iki komşu kentin halkı nedense birbiriyle çekişir, hatta aynı kentin değişik semt ve ilçelerinde dahi bunu sıkça görürüz. Çelişki meselesine yıllar boyu kafa yormuş kişiler bile bu bilmeceyi çözemez, düşünür durur. Kuşkusuz ki, günümüzde uygulanan ayrıştırma politikası böyle bir çelişkiye dayanmıyor; ezilen halkların faşizmle olan uzlaşmaz çelişkisine dayanıyor. Faşizmin temel taktiği, insanları yurtsuzluğa mahkum ederek, tehcir ederek yalnızlaştırmaktır, uygulanmak istenen budur.
Gelinen bu nokta bizlere, adalet gibi barışın da evrensel bir kavram olduğunu, her toplumun ve bireyin bu kavramlara bir gün mutlaka ihtiyaç duyacağını öğretmelidir. Barış, adrese teslim değildir; kimselere özgü de değildir. Barış kavramını kendi iç dünyamıza hapsetmeye çalışırsak belki günü ve gündemi kurtarırız ama o işin sonu yoktur; bir gün gelir, deniz biter.
Barışı savunanlar, barışçılar, hepimiz; hayatın her alanında herkes için barış istiyorsak ve bunda kararlıysak eğer, gözümüzün önünde olan biteni kaçırmamamız gerekiyor. Sokaklarda ve işyerlerinde direnen emekçilerin, üniversitelerde baskılarla boğuşan öğrencilerin, işsizlik pençesindeki yoksulların mücadele ortağı olmadan barışa ortak olamayız. Anti-faşist, anti-emperyalist hareketin sevdalısı olmadan barışçı olamayız. IMF, Dünya Bankası, AB gibi yağmacı örgütlere veya mevcut feodal yapılara göz kırparak da barışçı olamayız. Başkalaşmaya ve ötekileştirilmeye karşı duracaksak, başkaları için de bir şeyler istememiz gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde Roman vatandaşlarımızın yerinden yurdundan sürgün edilmesi, Edirne’de sosyalistlerin linç edilmek istenmesi, Kürtlere karşı yoğun linç girişimleri gibi faşist saldırılar, toplumsal barışın gökten zembille inip kapılardan içeri girmeyeceğini ortaya koyarken, artık herkesin mücadele ufkunu genişletmesi gerekiyor. Düzenin halklar arasına ördüğü duvarı yıkmak isterken kendi ufkumuzda ve benliğimizde çizdiğimiz sınırları da aşmalıyız, yoksa o duvarın bir tarafında hapis olmak kaçınılmazdır.
Sıcak toplumsal mücadelenin ana unsurları olan irade ve sabır, barış içinde bir arada yaşamanın temel koşulu olan özveri gibi kavramları tek dilde değil, her dilde iyi anlayıp yorumlayabilmemiz için dayanışma zemininde sağlam durmalıyız; o zemine tebeşirle sınırlar çizmemeliyiz. Sonuçta su yolunda akıyor, tebeşirle çizilen sınırlar yok olup gidiyor!..
ERTUĞRUL ÜNLÜTÜRK
ÖNCEKİ HABER

Kayseri’de miting!

SONRAKİ HABER

Metrobüs zamları durduruldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa