14 Aralık 2011 07:51

‘10 Aralık dünya insan hakları günü’ üzerine bir inceleme

Hüsyein Göksel

İnsanlık tarihi yirminci yüzyılda iki büyük kıyıma şahit oldu: Birinci ve İkinci Dünya Savaşı. ‘İnsan hakları (human rights)’ tabirinin kavramlaşması da bu iki savaşın sonunda gerçekleşti. Bilhassa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra  evrensel barışı korumak adına asgari de olsa bir ulusüstü, hukuki  yükümlülük ihtiyacı hissedildi. Amaç bireye tanınan hak ve hürriyetlerin milletlerarası bir güvenceye alınmasıydı. Bu kapsamda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 10 Aralık 1948’de 30 maddelik bir bildiri olarak BM genel kurulunda kabul edildi. Daha sonra 1950’lerde bu bildiriyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi izledi.Yani AİHS’ni kabul eden devletler, sözleşmesel bir yükümlülük altına girdi. Türkiye ise bu sözleşmeyi 1954’te onaylamış, sözleşmenin tarafı haline gelmiştir.

DÜNYADA İNSAN HAKLARI

Dünyada Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürtlüklere dayalı bir rejim hala kurulamamıştır. İnsanların, dilinden, ırkından, renginden, cinsel yöneliminden, din ve inancından, etnik kimliğinden, siyasi, vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak; insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu genel fikri dünya  genelinde ne yazık ki anlam bulamamaktadır. Terör bahanesi ile uluslar işgal edilmekte, halkara kendi kaderini tayin hakkı tanınmamakta ve dünya genelinde soğuk savaşla birlikte sıcak savaş  tamtamları çalmaktadır.Buna bağlı olarak da ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve nefret söylemlerinin öne çıktığı hak ihlalleri yaşanmaktadır. Uluslararası sermayenin küreselleşme çabaları da açlığa, işsizliğe ve daha fazla emek sömürüsüne neden olmaktadır.

TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARI

Türkiye, Evrensel bildirgenin yanında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de tarafıdır. AİHS, taraf olan devletler açısından bağlayıcıdır. Bunu bir kez daha belirtmiş olalım. Bildirge ve sözleşmede tanınan haklar paraleldir. Ancak AİHS daha somut ve bağlayıcı olduğundan, insan hakları tablosunu bu sözleşmeden incelemek daha yerinde olacaktır. Devletler bu sözleşmede belirtilen hak ve özgürlükleri tanımak zorundadır. Şimdi AİHS’nde tanınan hakların bazılarını ve Türkiye’de bu hakların tanınıp tanınmadığını sıralayarak inceleyelim. Böylece hem yazımız gerekçeli hem de daha açık olmuş olacaktır.

1)Yaşama Hakkı: Bu maddede herkesin yaşama hakkının, yasanın koruması altında olduğu hüküm altına alınmıştır.

Yani devlet, sınırları içerisinde yaşayan herkesin yaşama hakkını ihlal etmemekle ve temin etmekle yükümlüdür. (Pozitif yükümlülük)

Türkiye’de yaşanan kadın cinayetleri, faili meçhuller, polis kurşunuyla meydana gelen ölümler ve çoçuk ölümleri gösteriyor ki bu hak temin edilememektedir. Devlet yaşama hakkını temin etmekten ne yazık ki aciz olduğu gibi ihlal etmeme yükümlülüğü karşısında da acizdir. Somut örnekler olarak Hrant Dink cinayeti, Ayşe Paşalı ve pek çok kadın cinayeti, Şerzan Kurt, Aydın Erdem, Murat Elibol cinayeti (polis kurşunuyla öldürülmüşlerdir), Engin Ceber cinayeti (gözaltında işkenceden ölmüştür) verilebilir. Örnekleri daha da çoğaltmak pek tabi mümkündür.

2)İşkence Yasağı: Bu maddede hiç kimsenin işkenceye insanlık dışı ya da onur kırıcı bir muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Türkiye’de gözaltında işkenceden ölen insanları, kolluk kuvvetinden gördüğü şiddetten ötürü darp raporu verilmeyen bir çok insanı hatırlayacak olursak, bu yükümlülüğün de ihlal edildiğini söyleyebiliriz.

3)Adil Yargılanma Hakkı: Bu maddede herkesin suçluluğu sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı, her sanığın savunma hakkı bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
Türkiye’de adil yargılanma hakkı da tam temin edilememektedir. KCK davasında sanıkların Kürtçe savunma talebinin dikkate alınmaması en açık örnektir. Burada ceza muhakemesinin iddia, savunma ve yargılama aşamalarından olan savunma, sakat kalmıştır. Ayrıca Terörle Mücadele Kanunu da adil yargılama hakkı şöyle dursun verilen uçuk hapis cezalarıyla adalete olan güveni sarsmaktadır. 

4)Düşünce, Vicdan Ve Din Özgürlüğü: Düşünce özgürlüğü çok geniş bir kavramdır. İçine basın özgürlüğünü, fikir ve eleştiri özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü de alır. Bu hakla insanlar düşüncelerinden dolayı yargılanamayacak ve görüşlerini açıklama ve yayma hürriyetine sahip olacaktır.

Türkiye’de Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin devamı olan Özel Yetkili ve Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri’nin bulunması, baştan bu hakkın tanınmadığının kanıtıdır. Bu mahkemeler siyasal iktidarın boyunduruğu altındadır. Dolayısıyla muhalif her düşünce tehlike altındadır. Bu mahkemeler tutuklamaların çoğunu gerekçesiz ve keyfi yapmaktadır. TCK’nın meşhur 301. maddesi de düşünce özgürlüğünün önünde bir engeldir. Bugün birçok akademisyenin birçok gazetecinin hatta birçok avukatın tutuklu bulunması, saptamaların isabetliliğini göstermektedir.

Din ve vicdan özgürlüğü açısından da durum iç açıcı değildir. Bugün din eğitiminin zorunluluğu, cemevlerinin ibadethane olarak tanınmaması verilebilecek örneklerin başında gelir. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle devletin yalnızca belli bir mezhebe hizmet vermesi, devletin dinler karşısındaki taraflılığını göstermektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir kısım maddeleri üzerinden yaptığımız incelemeye şu açıklamayı eklemek elzemdir: Bu sözleşmelerin hemen hepsinde İkinci Kuşak Haklar yer almamaktadır. İkinci kuşak haklar sosyal haklardır. İşçi sınıfına dayanılarak oluşturulmuştur. Bu hak grubuna çalışma hakkı, sendika kurma hakkı, sosyal güvenlik hakkı, grev hakkı, eğitim hakkı, barınma hakkı vs. girer. Bu hak grubunun uluslararası insan hakları belgelerinde yer almaması, bu belgelerin liberal burjuva belgeler olduğuna kanıttır.Türkiye’de İkinci kuşak hakların da sağlanmadığı açıktır. Zonguldak’ta ölen işçiler, yine Ostim’de, Afşin’de Tuzla tersanelerinde ölen işçiler, sosyal hakların sağlanmadığının ispatıdır. Ayrıca taşeronlaştırma, esnek çalıştırma, sendika hakkından mahrum bırakma, bölgesel asgari ücretuygulaması, sosyal hakları yapılan sistematik saldırılardır.

Sonuç olarak Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne en fazla başvurulan ve en fazla mahkum olan devlet ünvanını taşımaktadır. Bugün rekor sayıda siyasi tutsak bulunmaktadır. Görülüyor ki Türkiye’de insan haklarından bahsetmek çok da imkanlı değil ve Türkiye’de insan olmak, hak aramak, hukuka güvenmek çok zor.