18 Ocak 2010 00:00

BAYKUŞ


Geçen hafta bir ara verdim yeniden. Torunlar’ı bitirmiş, kafamda yazacaklarımı şekillendirmiştim oysa. Eklenen olaylar, yarın Agos’un önünde paylaşacağımız acı ve içimde büyüyen öfke, biraz daha geniş bir değerlendirme yapma ve faşizm üzerine yazma kararımda etkili oldu. Wilhelm Reich’a yeniden dönüp bakma ihtiyacı duydum bu hafta. Reich bilirsiniz, faşizmin salt sınıfsal-ekonomik-altyapısal faktörlerle anlaşılamayacağını savunur. Elbette Marksist düşünürler faşizmi kapitalizmin yapısal bunalımıyla ilişkilendirir, toplumun totaliter yeniden örgütlenme modeli olarak kitle hareketinin toplumsal temellerini küçük burjuvazide ve orta sınıflarda bulduğunu belirtirken bir gerçeği ortaya koymaktadırlar. Ancak bu gerçek, Reich’ın aile kavramı ve bir üretici güç olarak gördüğü cinsellik üzerine söyledikleri ele alınmadan eksik kalır. Ailenin cinselliğin, kadının ve çocukların baskılanması olduğunu savunur Reich. Cinselliğin faşist tahakküm altına alınışı, öğrenilmiş erkekliğin tırmandırılarak teşvik edilişi ve militarist söylemlerinde sıkça erkek yücelten öğelere bakıldığında faşizmin önce cinselliğin düzenlenişi üzerinde baskı yaptığını belirtir.
Torunlar’da anlatılan öyküleri okuduğunuzda, Ermenilerin o dönemde içinde bulunduğu koşullar ve dolayısıyla sınıfsal-ekonomik ve altyapısal faktörlerle birlikte katliamdan “kurtarılan” ların neredeyse tümüyle çocuklar ve kadınlar olması, onların da ailelerin içinde dillerinden, dinlerinden ve dolayısıyla kimliklerinden arındırılması tam da faşizmin kendisine işaret ediyor.
Robert O. Paxton faşizmi tanımlarken, topluluğun yenilgi, küçük düşme ve kurban rolüyle saplantılı meşguliyeti ve bunları birlik, güç ve arılık kültleriyle giderme çabasıyla ilişkilendirir. Paxton’ın bu yaklaşımını neredeyse 100 yıl sonra Türkiye’de Kürtlerle ilgili algısında da görmek mümkün. Savaşta yitirilen onbinlerce genç insandan söz edilirken, yalnız Türkleri bu savaşın acılarını çekenler olarak gösterme davranışı, her ölümün ardından da tam Reich’ın ifade ettiği öğrenilmiş erkekliği tırmandırma, erkek yücelten öğeleri öne çıkartma söylemleri bizi zorluyor. Hiç eksik olmayan öğelerden biri de ulusun kendi tarihine yönelik mistikleştirilmiş bir algı kazanması için eğitimin, iletişimin içine yerleştirilen gerçek dışı bilgiler. Hiç kimsenin bu topyekun saldırıdan kurtulamayacağı da muhakkak. Faşizm birlik, güç ve arılık kültleriyle ilerlemeye başladığında, önüne çıkan her şeyi öğütmeye başlar.
Edirne, Selendi ve peşpeşe gelen tüm olaylar hepimizin kanını dondurdu. Yapılan açıklamalar, alınan daha doğrusu alınmayan önlemler ile saldırıya uğrayanların yaklaşımları da bu süreci doğru bir yerden görebilmeyi, fırtınanın dışından sakin bir bakış yakalayabilmeyi zorlaştırdı.
Çingenelerin internet sitelerinden birisi olan, www.cingeneyiz.org isimli sitede örneğin, “Birinci olarak bizler, komşularına, 35 yıldır birlikte yaşadıkları bu insanlara, çoluk çocuk demeden kıymaya kalkanların hiçbir biçimde Selendi halkını temsil ettiğine inanmıyoruz.” Diyorlar. Öyle mi gerçekten? İnanmamak mı gerekiyor? Selendi’nin nüfusuna baktım. 8100. Son yerel seçimlerde oy kullanabilir nüfus 5180 olarak belirtilmiş. Yarısının kadın olduğu düşünüldüğünde, 2540 erkek olduğu var sayılabilir yaklaşık olarak. Saldırıda kaç kişi var peki? Bazıları 1000, bazıları 3000 diyor. Hadi ortalamasını alalım, 2000 olsun. Fotoğraflarda hiç kadın saldırgan göremedim. Hal böyle olunca Selendi merkezindeki neredeyse bütün erkekler Çingenelere saldırmış demektir. O nedenle inanmak istemeyebilirsiniz, ama faşizm tam da budur.
Manisa Valisi Celalettin Güvenç “Birileri, bir takım olayları çağrıştıracak şekilde ‘tehcir’, ‘etnik çatışma’ başlıkları atıyor. Bu son derece çirkin bir tavırdır. Kimse göçe zorlanmadı. Vatandaşlarımız bölgeden, güvenliklerinden endişe ettikleri için kendi istekleriyle ayrıldı” demiş. Güvenliklerinden endişe edecek duruma gelmeleri, buna neden olan saldırılar kendi başına göçe zorlamak anlamına gelmiyor mu peki?
Ahmet Fidan adında Avrupa Konseyi’nde yıllar önce Türkiye adına bir alt komisyonda görevli olduğunu söyleyen bir kişinin, komisyonda “Çingenelerle ilgili yapılacak bilimsel araştırmalar” için burs tahsisine yönelik “Türkiye’nin yeteri kadar sorunu bulunuyor, bir de çingene meselesi çıkmasın düşüncesiyle çingene bursuna çekimser kaldım.” yaklaşımı da sorunları nasıl çözmeye çalıştığımızı gösteriyor.
Edirne’de saldırıya uğrayanların kendilerini savunurken PKK’lı olmadıklarını söylemeleri de bu sürecin çok can yakıcı bir parçası. “Bizi linç etmeyin, PKK’lıları linç edebilirsiniz.” denmiş olmuyor mu böylece? “Halkımızın çoğunluğu ırkçılığa, ayrımcılığa ve ayrılıkçılığa karşıdır.” Karşı olabilmeleri için, öncelikle faşizmin tüm oyunlarının farkında olmaları gerekir. Olmamız gerekir, hem de hemen!
ŞEBNEM KORUR FİNCANCI

Evrensel'i Takip Et