18 Ocak 2010 00:00

YAŞAMA KÜLTÜRÜ

Doğulu muyuz, Batılı mı?

Paylaş

Doğulu muyuz, Batılı mı?
1969’da Ankara’da mimarlığımız üzerine açtığım bir sergimde demiştim ki bu konuda:
Ne doğuda ne batıdayım. Ayaklarımın bastığı yerdeyim.
Aslında bu soru çok daha önceden kurcalamıştı usumu:
Neden kimi insanlar için “Avrupa görmüş” deniliyordu?
İnsan Avrupa görünce ne oluyordu?
Yıllar sonra bunun yanıtını Sabahattin Eyüboğlu vermişti:
Batıya gidenlerin kimileri orada asimile oluyorlardı. Kimliklerini (varsa) yitiriyorlardı. Kimileri de varolan kimliklerini varsıllaştırıyorlardı.
Doğu-Batı derken, bu ne biçim Doğu ya da Batıydı?
Coğrafyanın mı doğusuydu yoksa tarihin mi?
Konuya tarih-kültür açısından bakan bir Alman bilim adamı, batı düşüncesinin kaynağı olarak Anadolu’yu görüyordu. Anadolu ayrılamaz bölümüydü Batının.
Coğrafya açısından bakılınca, kendilerine göre saptadıkları uygarlık aşamaları olarak görenlerde vardı:
Geliştirdikleri teknoloji nasıl “uygarlık” oluyorsa…
Batı-Doğu arasındaki ayrım çizgisini buna göre çekiyorlardı. Münihlilere göre Doğu, Viyana’dan ötesiydi. Viyanalılara göre Belgrat’tan ötesi, Belgratlılara göre İstanbul’dan, giderek Sofya’dan ötesiydi Doğu…
Herkesin kendini Batıya eklemeye çalıştığı bir anlayışla…
Bu ne biçim Batıydı.
1955’de, eğitim nedeniyle uzun bir süre yaşamak için Batıya gitmeden önce Anadolu’yu boydan boya dolaştım. Önü ardı değişik bir boylam çizgisi saptamadım. Anadolu’yu, Selçuk izleriyle, hem de bir Alman profesör bütün olarak tanıttı bana…
Anadolu’yu, ne yalnızca Doğusuyla ne de Batısıyla, karşılaştırmadan bütün olarak algıladım.
Almanya’da bir süre yaşadıktan sonra, insanlar arasında ayrım yapmayan, onları anlamaya çalışarak yaklaşan, bir insan sıcaklığı gösteren Almanlara “Asya görmüş” demeye başladım.
Rastlantı olduğunu bilsem de, başımdan geçen kimi olaylar da bana bunu kanıtlar gibi oldular. Ya da ben öyle algılamaya yatkındım.
Sayrılığımdan ötürü bana iğne yapılması gerekiyordu.
Gerekli iğneyi hiçbir yerde bulamadım. Son uğradığım ecza evinde de yoktu. Eczacı bulunağımı (adresimi) sordu.
“Neden sordu ki?”
diye ikirciklenmeden söyledim. Belki de sonra postayla yollayacaktı. Evime döndüm. Bir saat sonra kapım çalındı. Açtım… O eczacı bana iğneyi uzattı.
Ertesi gün, ateşli olmama karşın, o ecza evine gittim. İçeri girdim…
Sağa sola bakındım. Aradığımı buldum: Duvarda Tokyo’daki bir üniversiteden alınmış diploması asılıydı.
Bu durum, ister istemez şunu düşündürmüyor mu?
“Peki doğulu nasıl bir insandı?”
Dili geçmiş kullandım bu soruda. İlginizi çekmiştir…
Son çağlardan yeni bir tanım bilmiyorum; ilkokulda sabahları söylediğimiz “Türküm, doğruyum, çalışkanım; yasam büyüklerimi saymak, küçüklerimi sevmektir”den başka…
CENGİZ BEKTAŞ
ÖNCEKİ HABER

Diplomasiye farklı bir bakış

SONRAKİ HABER

EGE ÇELİK’TE DE AYNI SENARYO

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa