18 Ocak 2010 00:00

Sırlar dünyası, sidretül münteha ve ko(z)mik militarizm

Bir Kozmik Oda’dır tartışıp duruyoruz.

Paylaş

Bir Kozmik Oda’dır tartışıp duruyoruz. Televizyon kanalları, Uzay Yolu filmini aratmayacak güzellemelerle gözümüzde canlandırmaya çalışıyorlar o odayı: Üç günde bir kapının şifresi değiştiriliyor; şifre hakime özel kurye ile gönderiliyor; retina taraması yapılmadan kapı açılmıyor vb.
Medyanın dilinde “Seferberlik Bölge Başkanlığı” Uzay Yolu’nun Atılgan’ı gibi sunuluyor; şifreler, optik cihazlar ve “ışınla beni Skay” diyen parlak giysili bir tomar adam. Tabii bu durumda Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Kadir Kayan da Atılgan’a tesadüfen gelen Turist Ömer oluveriyor bu kurguda; ha bire ortalığı karıştıran, bilmediği düğmelere basan ve personelin başına iş açan; onları sinir eden bir tatlı bela. Bu ko(z)mik tartışma, otuziki kısım tekmili birden hergün ekranlarda, gazete sayfalarında.
Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki kozmik oda, devlet sırlarının saklandığı bir oda(ymış). On bin dosya varmış o odada, yine medyadan öğrendiğimize göre. Demek ki devlet sır tutma konusunda bir hayli becerikli; ketum. Az değil, on bin dosyalık bir “sırlar dünyası” var devletin ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa asker olmayan birileri ile bu sırları paylaşmak zorunda kalıyor “sırların efendileri”.
Kozmik Oda ile ilgili tartışmalar o boyuta geldi ki, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi’nin bu odayı ziyareti bir anlamda peygamberin Sidretül Münteha’yı ziyaretine döndü: Peygamber Miraç’a yükselir. Göğün yedi katı boyunca süren seyahati süresince ona yardım eden Cebrail, yedinci kattaki bu kozmik odaya, Sidretül Münteha’ya gelindiğinde artık peygamberi yalnız bırakır; şekillerin ve renklerin bildiğimiz formlarını kaybettikleri, faninin, cumhurun, halkın aklının alabileceği bu son noktada, yani sidre ağacının müntehasında (son noktasında) peygamber yalnız; bilinmezi bilmeye hazırdır. Hakimin bu odaya adım atışı, Platon’un filozof kralının halkın yaşadığı mağaradan çıkması; cumhuriyetin gölgeler aleminden, devletin idealar, sırlar, gerçekler alemine yolcuğu olarak aktarılır televizyon ekranlarına ve gazete sayfalarına. Hakim Kayan, bu kozmik odada, gerçeğin sırlarına vakıf olmuştur: O, artık bizim yıllar yılı medyadan öğrendiğimiz fenomenlerin gerçek şekillerini bilen bir filozof; her kula, girmenin nasip olmayacağı kapının arkasına, Sidretül Münteha’ya geçen bir peygamber; gaipten kalaşnikof mermileri postalanan bir sivil(leşme) kahraman(ı); kozmik odaya giren bir medya kralıdır. Hakimin sefertasından mı karavanadan mı yemek yediği bile heyecanla tartışılır ana haber bültenlerinde. O artık 6-7 Eylül Olayları’nın bir komünist tertibi olduğunu sananlardan değildir; Sabri Yirmibeşoğlu’na ayan olan sırrın muhtevasına vakıftır o. Devletin zahirini bilen biz fanilerden farklı olarak batını da biliyordur artık. Zarfı yırtıp mazrufu okumuştur. Omerta yasaları onun için de geçerlidir artık.
Medyanın usta köşe yazarları ve televizyonların “uzman”ları ise tedirgindir. Ya artık Allah’a ayan olan, kula gölge olmaktan çıkarsa; ya Kozmik Oda’daki sırlar, devlet sırları, ya da şöyle diyelim “devletin sahiplerinin sırları” kozmos’a faş edilirse? Ya Hakim Kayan omerta yasalarına uymazsa? Bu yazar/uzman kadrosunu en fazla tedirgin eden şey, sırların asker olmayan biri tarafından görülmesidir. İşte militarizmin en köklendiği yer de burasıdır. Devletin on bin klasörlük sırlarının olması ya da devletin memuru (asker) tarafından klasörlenen sırların mahkeme kararıyla yine devletin memuru (hakim) tarafından görülmesinde ne sakınca olacağı hiç tartışılmaz. Çünkü rejimin sırlar aleminin bekçisi askerdir; öyle de olmalıdır onlara göre. Bu yazar/uzman kadrosunun söylemeden ifade ettiği, yazmadan ima ettiği, göstermeden işaret ettiği de budur işte. Son olaylarda rejimin Sidretül Münteha’sı peygamber olmayan birine açılmıştır ve teoloji/rejim tartışmalarında bunun olması mümkün değildir.
Oysa bu nokta militarizmin köklerinin (1) toplumsal reflekslerimize ne kadar derinden işlediğine, (2) militarizmin askerden çok siviller tarafından içselleştirilmiş olduğuna işaret etmez mi? Hakim Kayan’ın (D)evletin sırlar dünyasına adım atışına sadece asker “yaygara kopartsa”, şimdikinden daha “duygusal”, reaksiyoner tavırlar sergilese militarizm hakkında bu kadar düşünmeye gerek olur muydu? Olmazdı; militarizme ilişkin asıl tehlike de zaten bu tepkinin, bizzat sivillerin yine bir sivilin -ki o sivil, o odadaki sırların sahibi devletin üst düzey bir çalışanı bile olsa- o odaya girmesine tepki göstermesiyle ilgilidir. Gerçekten de, bu tepkinin, şaşkınlığın, endişenin, rejim elden gidiyor yakınmalarının askerden daha çok sivil denilen kişiler tarafından gösterilmesi; militarizmin toplumsal yeniden üretiminde sivillerin askerden daha stratejik bir rol oynadığının altını çizmez mi? Hiç kuşkusuz gösterir; çizer.
Gerçekten de Türkiye’de militarizm askerden çok, toplumsal kurumların içerisinde siviller tarafından üretilen bir olgu. “Her Türk asker doğar”dan, “benim oğlum büyüyecek asker olacak”a; “en büyük asker bizim asker”den “askere giden gençlere kına yakılması”na; “askere gidemeyenin erkek olmaması”ndan -tam da bu nedenle herhalde- askere gitmeyene “kız verilmemesine”; “ordu gençlik el ele” sloganından, “at, avrat silah” üçlemesine; “ordu göreve” çağrılarına, “oyuncak olarak kızlara bebek, oğlanlara silah alınmasına”, “Türkler asker millettir” önkabulüne kadar oldukça geniş bir pratiğe sahip, Türk siyasi kültüründe militarizm. Şimdi tüm bunlara bir de kozmik oda tartışmaları eklendi. Militarizm bu tartışmaların gerisindeki platformdur. Militarizm platformunun inşa edildiği zemin ise “devletin sahibi kim” tartışmalarıdır: Kozmik odadaki sırların asker tarafından saklanması ve sadece onun tarafından bilinmesi, askerden başka birilerinin de bu sırları görmesi, bilmesinin bizi sonu gelmez bir tartışmalar yumağının içerisine itmesi, “devlet sırrı” denilen şeyin sivil için sır, asker için ayan klasörler toplamı olarak tanımlanması; işte Kozmik Oda tartışmalarını devletin asıl, gerçek sahibi kimdir tartışmasına bağlayan zinciri de burada aramak zorundayız.
Kozmik oda devletin gerçek karakteridir. O odada saklanan sırların gerçek yüzlerini bilenler de, sırların efendileri de, devletin gerçek sahipleridir. Derin devlet demeyelim buna; “gerçek devlet”, “reel devlet” diyelim. Kozmik Oda tartışmaları devletin gerçek sahiplerinin kim olduğuna, gerçekte kim tarafından yönetildiğimize dair ipuçları verdi bize. Ve tabii Türkiye’deki demokrasi tartışmalarının ne denli yüzeysel kalmak zorunda olduğunu örnekledi bize. Hadi kabaca bir hesap yapalım. Düşünün bir kere 87 yıllık cumhuriyet tarihine sığdırılmış on bin sır. Her yıl başına 115; cumhuriyet tarihinin her ayında halktan gizlenen 9.5 sır. Cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse 3 günde bir halktan gizlenen bir şeylerin olduğu ve bu sırların Kozmik Oda adı verilen bir depoda arşivlendiği bir cumhuriyette demokrasiden ne kadar bahsedilebilir? 87 yıl sonra o odaya bir hakimin, bir sivilin girmesinden yine en çok sivillerin tedirgin olduğu bir ülkede demokratikleşme niyetinden ne kadar bahsedilebilir?
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Kadir Kayan’ın Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki odaya girmesinin ardından başlayan sivilleşme, darbe, mermi, mektup, sefertası ve karavana tartışmalarının arkasında yatan tartışmanın ko(z)mikliği işte buradan kaynaklanıyor.
METE KAAN KAYNAR
ÖNCEKİ HABER

‘Kozmik oda’ Edirne’de, Erzincan’da, Selendi’de…

SONRAKİ HABER

‘Pazara mı geldik, kitap fuarına mı?’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa