19 Ocak 2010 00:00

BAŞYAZI

Önceki gün yapılan büyük mitingden iki şey anlaşılması gerekir.

Paylaş

Önceki gün yapılan büyük mitingden iki şey anlaşılması gerekir. Birincisi; hem TEKEL işçilerinin hem de mitinge destek vermek için gelen işçilerin, AKP Hükümeti’nin, eğer işçiler sendikaları yeterince güçlü kullanmazsa mevcut tutumundan geri adım atmayacağını anladıkları; ikincisi ise Türk-İş’in daha ileri adımlar atmasını istedikleridir.
Ancak miting sonrası durum, bu isteğe çok uygun değildir. Evet, hükümet, dün de Özelleştirme İdaresi başkanı aracılığı ile 4-c’de ısrar edeceğini göstermiştir. Ancak Türk-İş’in sendika başkanlarının çoğu her ortamda başka konuşmakta, her kafadan bir sesin çıktığı bir görünüm sergilemektedirler.
Bu dağınıklık, işçiler tarafından da gözlenmekte; işçilerin Türk-İş’e ve sendikacılara güvenleri sarsılmaktadır. Dahası, işçiler arasında yaygın kanı; Türk-İş’in Genel Başkanı Kumlu’nun, “artık tarafını belli etmesi gerektiği”dir. Burada kastedilen “taraf”, herhalde Kumlu’nun AKP’li, en azından AKP’ye yakın bir siyasi görüşe sahip olduğundan yola çıkarak, AKP ile işçiyi karşı karşıya getirmek istemediği düşüncesidir. Ve işçilerde bugün uyanan kanı; Kumlu’nun, AKP’ye yakınlığından dolayı daha ileri kararlar alınmasını istemediği biçimindedir. Bunun ne kadar doğru olduğunu elbette pratikte göreceğiz.
İşçilerin bir konfederasyon başkanı için böyle tartışmalar yapması elbette kötüdür ama bundan daha kötüsü, Türk-İş’in işçileri yüzüstü bırakabileceği konusundaki endişeleridir. Ve bu endişelerini de yüksek sesle ifade etmeye başlamışlardır.
İçinden geçilen süreç de göz önüne alındığında, TEKEL mücadelesinin Türk-İş’in arkasından çekilmesiyle başarısız bitmesi, Türk-İş için “tarihin sonu”, sendikal hareket için de yıllardır az çok kazanılan itibarın da yerle bir olması demektir. Bu yüzden de Türk-İş yöneticileri, sendika başkanları; bu mücadeleyi, TEKEL işçilerinin ya da Tek Gıda-İş’in ve üyesi işçilerin sorunu, kaybedilirse de Tek Gıda-İş’in yıpranacağı bir sorun olarak göremezler. Çünkü artık herkes biliyor ki, mücadele artık Türk-İş’in ve sınıfın davasıdır. Ve bu mücadeleyi Türk-İş’in ortada bırakması ya da diğer sendikalardan gerekli desteği alamadığı için mücadelenin yenilgiye uğraması, en başta belki Türk-İş’in ama özünde tüm sendika ve emek camiasının kaybı olacaktır. Bunu anlamamak, sınıflar mücadelesinden hiçbir şey anlamamak; ya da işçilerin karşısına çıkıp mücadelenin önemi ve desteklenmesi gereği üstüne yapılan konuşmaların, inanmadan, protokol icabı yapıldığını kabul etmektir.
Evet; TEKEL işçilerinin başlattığı mücadele, bundan sonra elbette tüm emek örgütlerinin katkısıyla ilerleyebilir bir mücadeledir. Ama bunun için öncelikle Türk-İş’in Başkanlar Kurulu’nun, ilk önce kendi kararlarına sahip çıkması, bunların arkasında durarak tüm konfederasyonları ve emek örgütlerini de mücadelenin yeni bir hamlesi için ortak bir plan etrafında birleştirmek için harekete geçmesi gerekir. En mantıklısı, Türk-İş’e en yakışanı ve en olabiliri budur.
Bundan sonra atılacak ilk adımın illa da genel grev olması gerekmez elbette. Örneğin yaygın mitingler, yürüyüşler, işe geliş gidişte yapılacak eylemler, iş yavaşlatmalar vb. ile başlanıp, gelişmelerin boyutuna göre genel grev olur ya da olmayabilir!
Her eylem biçimi gibi genel grev de, ne her derde devadır ne de son eylem biçimidir.
Evet, bugün en önemlisi; Türk-İş’in mücadelenin başına geçmesi, işçiyi yarı yolda bırakmayacağını göstermesidir. Bir işçi sendikası olmanın ilk koşulu budur. Bu, Türk-İş için de mücadelenin sağlıklı gelişimi için de önemlidir.
Diğer örgütleri çağırıp konuşma, onlarla ortak bir mücadele hattı belirleme sorumluluğu da Türk-İş’tedir.
Türk-İş’ten, işçinin de işçi mücadelesinden yana kişi, çevre ve partilerin de beklediği budur.
TEKEL işçisi de Türk-İş ve onun başkanı Kumlu’dan bunu bekliyor.
İHSAN ÇARALAN
ÖNCEKİ HABER

Artık tarafını belirle!

SONRAKİ HABER

Bir işçiden tazminat istemediği kaldı!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa