21 Ocak 2010 00:00
GÖZLEM
Mal ve hizmet üretimi alanlarında yaygınlaşan taşeronlaştırma, zaman içinde giderek emek mücadelesinin önündeki en büyük engellerden birisi haline geldi.
Mal ve hizmet üretimi alanlarında yaygınlaşan taşeronlaştırma, zaman içinde giderek emek mücadelesinin önündeki en büyük engellerden birisi haline geldi. Özellikle belediyelerde ve sendikal örgütlülüğün yoğun olduğu fabrikalarda hızla yaygınlaşan taşeronlaştırma nedeniyle, çalışan sayısı azaltılıp bütün kazanılmış haklarda geriye gidişler yaşandı. Daha önce kadrolu olarak çalışılan yerler ve hizmetler zamanla taşerona devredilirken, işçiler her geçen gün daha da ağırlaşan koşullarda çalışmaya mahkum edildiler. Uygulamalara karşı çıktıklarında ise kapıda bekleyen milyonlarca işsiz tehdit olarak kullanıldı.
Taşeronda çalışan işçilerin çalışma süreleri işveren tarafından belirlendiği için, örneğin sabah işe geliş saati kesin olarak belli iken, akşam işin bitiş süresi tamamen patronun insafına bağlı. Bu şekilde çalışma sürelerinin tamamen patronların ihtiyaçları doğrultusunda uzatılması, işçiler aleyhine bazı sonuçlar ortaya çıkarıyor. En önemli sonuç, istihdamın ihtiyaca göre daraltılarak içeridekilerin (işçilerin) sayısının azaltılması, dışarıdakilerin (işsizlerin) sayısının artırılması. Bu durum, üretimin sürekli olarak artırılması ilkesiyle birlikte değerlendirildiğinde, sürekli olarak aynı işi daha az işçinin yapmak zorunda olması gerçeğini (sayısal esneklik) beraberinde getiriyor. Böylece önemli bir kâr azaltıcı unsur olan işgücü maliyetleri, en azından kısa bir dönem için temel sorun olmaktan çıkıyor.
Mal ve hizmet üretimlerinin adım adım taşeronlara devredilmesi, taşeronların genellikle fazla sayıda işçiyi istihdam etmeyen küçük işletmeler olması, işçilerin mücadelesi açısından da pek çok dezavantajı beraberinde getirdi. Büyük işletmelerde sendika ile patron arasındaki güç dengesinde sendikalar avantajlı iken, bu tip geçici istihdam uygulamalarının bulunduğu yerlerde sendikalar pek çok yönden köşeye sıkıştırıldı.
Taşeronlarda sendikal örgütlenme sağlansa bile, üretim birimi küçük ve çalışan işçi sayısı genellikle az olduğundan, sendikaların patron üzerindeki etkinlik düzeyi ve mücadele gücü ister istemez azalıyor. Bu şekilde işyerleri ile işkolu arasındaki bağlar zayıflarken, sadece işyeri üzerinden, mücadeleyi işyeri ile sınırlandıran bir yapı ortaya çıkıyor. Türkiyede sendikaların üye sayılarına göre baktığımızda, toplusözleşme imzalama oranı yüzde 10un altında. Bu durumda işkolu barajı olmasa bile, işyeri ve işletme barajının olması, sendikaların yetki almasının engellenmesi için bile taşeron sisteminin kullanılabileceğini gösteriyor.
Üretim alanlarının parçalanarak küçülmesiyle birlikte aynı parçalanmanın istihdamda da yaşanmış olması, işkolu düzeydeki örgütlü sınıf ilişkilerini zayıflatarak, işyeri düzeyinde ve işyerini aşmayan örgütlenmeleri güçlendiriyor. Mecliste bekleyen yeni sendikalar yasasının bu gelişmeye paralel düzenlemeler içeriyor olması dikkat çekici. Bu durumda mücadele tek tek işyerlerini sıkıştırırken, sendikaların işçiler üzerindeki denetimini zayıflatırken, patronların ya da yöneticilerin denetimini artırıyor.
Sendikalar, düne göre daha karmaşık, daha parçalı ve iç içe geçmiş bir üretim ve istihdam yapısı ile karşı karşıyalar. Bütün bu anlatılanlar, Meclis gündeminde olan yeni sendikalar yasası ve özel istihdam büroları yasası ile doğrudan ilgili ve her biri bütünün önemli birer parçası.
Üretimin ve istihdamın esnekleşmesi sürecinde taşeronlaştırmanın oynadığı rol, fiili uygulamalarla ve gündemdeki yasal düzenlemelerle birlikte ele alınmaz; bugün belirgin olarak ortaya çıkan olumsuzluklar nedenleri ve sonuçları birlikte değerlendirilmez ise, sendikaların örgütlenme faaliyetleri açısından önümüzdeki dönemde ciddi bir daralma yaşamasının önüne geçilemez.
ERKAN AYDOĞANOĞLU