23 Ocak 2010 00:00
KUŞATILAN ÇEVREMİZ
Bayburtlulara nedense çok takılırlar. Bayburtluların Madem ki biz Bayburtluyuz, bu hükümeti istemiyoruz demesi gibi, üniversitelerde de sıkça Rektör istifa sloganları yükselir.
Bayburtlulara nedense çok takılırlar. Bayburtluların Madem ki biz Bayburtluyuz, bu hükümeti istemiyoruz demesi gibi, üniversitelerde de sıkça Rektör istifa sloganları yükselir. Rektörler pek öyle bağırmayla, sloganla falan gitmezler; çünkü koltuk tatlıdır, yıllarca çöreklenirler o makamda. Öğrenciler ve öğretim üyeleri tarafından makamından kovulan tek rektör biliyorum, o da 1977 yılının ODTÜ Rektörü Hasan Tandır.
Size bugün başka bir rektörden; Gaziantep Üniversitesinin Rektörü Mehmet Yavuz Coşkundan bahsedeceğim. Bu rektörün, üniversitede Amerikan Bilgi Bürosu açılışını protesto eden öğrencileri fişletip ailelerine mektupla şikayet ettiğini gazetemiz duyurdu. Üniversite yönetimi bunu yaparken de emniyet güçleri ile iş birliği içinde olduğunu açıkça beyan ediyor, amaçlarının öğrencileri rehabilite etmek olduğunu söylüyor.
Bu muhbir rektöre, bilmediği, bilemeyeceği bir şeyleri aktarayım:
Ben, üniversitenizin çekirdeği olan ODTÜ Gaziantep Kampüsünün 1980 öncesi eski bir öğrencisiyim. Size, biraz o dönemdeki hocalarımızı anlatayım, üniversite yöneticiliği ile hocalık arasındaki farkı belki daha iyi anlarsınız:
İşgal ve boykot, o dönemin olağan tepki yöntemleriydi. Biz de o dönemde akademik sorunlarımızı daha yakından dile getirmek amacıyla, dekanlık katını ve makamını bir gün boyunca işgal etmiştik. Dekan o gün içeriden çıkamadı, zor durumda kaldı, sonra bizimle görüştü. Ama dekanımız, işgale rağmen o gün okula hiç polis çağırmamıştı, çünkü o bir hocaydı...
Bir başka gün yine okulda polisle halvet halindeyiz, kampüsün bahçesinde biz kol kola girmişiz, polis bizi acımasızca copluyor, ama bir türlü dağıtamıyor. Gözlerim, bir kenarda çaresizlik içinde polise isyan eden laboratuvar asistanımıza takılmıştı; o asistanımız, gözleri kıpkırmızı olmuş, bizim için ağlıyordu. Şimdi o da bir rektördür, ama muhbir değildir...
Bizler belirli bir yolda yürüyen devrimci demokrat öğrencilerdik; hocalarımız kuşkusuz bizimle aynı yolda yürümediler, ama bizi hiçbir zaman ihbar etmediler, polisle iş birliği de yapmadılar. Bunun içindir ki biz uzun süredir, bizimle aynı yolda yürümemiş olan o değerli hocalarımızla fırsat buldukça toplanıyoruz, görüşüyoruz. Makamını işgal ettiğimiz dekanımız, birkaç yıl önce emekli olduğunda, biz yine onun yanındaydık, onunla ve bütün hocalarımızla saygılı ilişkilerimiz sürüyor ve sürecek...
Sayın muhbir vatandaş rektöre, bilmediği bir şeyler daha anlatmam gerekiyor:
Siz, iş birliği yaptıklarınızı, bizim kadar yakından tanımazsınız. İş birliği yaptıklarınızın, başka öğretim üyelerini kafasından bastırarak arabaya sokup gözaltına aldıklarını ekranlardan izlediniz. Sayılı gün çabuk geçer, sizin bu derin muhabbetiniz de bir gün biter. Ama siz emekli olduğunuzda yanınızda o iş birlikçileriniz de olmayacak, öğrencileriniz de; inanın bana.
Bakın rektör; siz bilemezsiniz, ama biz cezaevlerini de iyi biliriz. Muhbirler, hapiste her kesimden ağır muamele görürler. Çünkü muhbirlik, yeryüzündeki en aşağılık suçlardan birisidir, muhbirlik çukurun dibidir. Sizlerin siyasi görüşlerinizi bilmiyorum, merak da etmiyorum. Fakat muhbirlerin hiçbir siyasi koğuşta yer bulamayacağını da iyi biliniz, muhbirin yatağı cezaevinde tuvaletin yanına serilir.
Gaziantep Üniversitesi rektörü ve onun yardımcıları; ABDye karşı eylem yapan öğrencilerinizi fişleyip polise ihbar etmeyiniz, aileleri üzerinden baskı kurmayınız ve onların geleceklerini karartmayınız. ABDye karşı çıkmak; 20li yaşlarda da, 50li yaşlarda da, her daim onurlu bir yurtseverlik görevidir.
Rektörlük yöneticiliktir; yöneticilik dediğimiz iş ise kalıcı değildir, gelir geçer bir dalgadır.
Sizleri; o dalgaya fazla kapılmamaya ve her şeyden önce Hoca olmaya davet ediyorum.
ERTUĞRUL ÜNLÜTÜRK