24 Ocak 2010 00:00

Benim de sesim var

Ocak Salı günü Arat Dink, Agos’un penceresinden Türkiye’ye şöyle haykırdı: “Burası tuhaf bir ülke.

Paylaş

Ocak Salı günü Arat Dink, Agos’un penceresinden Türkiye’ye şöyle haykırdı: “Burası tuhaf bir ülke. Bu tuhaf ülkede insan, babası öldürüldükten üç yıl sonra çıkıp babasına ağlamaya utanıyor. Bu ülkede daha yeni 12 yaşında bir çocuğun bedeninden 13 tane devlet kurşunu çıktı. Bu ülkede insan babasına ağlayamıyor. Bu ülkede acı çok. Üç yıl oldu ama konuşmamız lazım.”
Bu haykırış dinleyenlerin yüreğini sızlattı. Acılı ve öfkeli Arat, neden babasını anarken 12 yaşındaki bir çocuğun bedenine saplanan 13 kurşunu haykırdı? Çünkü Arat acı nedir biliyor. Çocukları bile hedef alanların, acımasız ve gaddar olduğunu biliyor. Bu acımasızlık; sayısı ne olursa olsun, kimi hedef alırsa alsın, bu kurşunlar hepimizi yaralıyor. Bu acımasızlık, bu gaddarlık durdurulmadıkça, bu kurşunların sorumluları birer birer hesap vermek için toplumun önüne çıkarılmadıkça, yaralar iyileşmeyecek, acı ve öfke üretmeyi sürdürecek.
Arat’ı dinlerken hesabı verilecek sayılar kafamdan geçti. Sayılar… Farklı farklı sayılar… Atılan kurşunların sayısı, yakılan evlerin sayısı, boşaltılan köylerin sayısı, kaflelerin sayısı, öldürülen çocukların sayısı, kardeşini babasını anasını arayanların özleyenlerin sayısı…
Arat’ın bıraktığı yerden saymaya devam edelim. Uğur Kaymaz’ın bedeninden çıkan 13 kurşun dışındaki, insanlığı yıkan, yürekleri parçalayan adaletsizliğin kurşunlarını da sayalım. Tek tek sayalım ki, hesabını sorabilelim.
14. kurşun
Uğur’un ailesi aslında Kızıltepeli değildi. Kızıltepe’ye köyleri yakıldığı için göçmüşlerdi. Uğur, daha yürümeyi yeni öğrenmiş küçücük bir çocukken, o “kafle” denilen, sürülen insanların oluşturduğu kafilenin parçası olmuştu. Uğur’un anası Makbule Kaymaz, o günleri Orhan Miroğlu’nun (Ona Zarfsız Kuşlar Gönderin: Uğur Kaymaz Kitabı. Agora Kitaplığı, 2006) aracılığıyla şöyle anlatıyor:
Köyümüzün yakıldığı gün Ahmet ve Murat evde değillerdi. Bir tek Reşat evdeydi. Uğur küçücük bir çocuktu, yeni yürümeye başlamıştı. Ahmet ve Murat Kızıltepe’ye çalışmaya gitmişlerdi. Dayımların eviyle bizim evimiz karşı karşıyadır köyde. Sabah namaza kalktığımızda, onların evini alevler içinde gördük, evleri yanıyordu. Bir gün önce, Bakaysê köyünün yakınlarında bir gerilla çatışmada hayatını kaybetmişti, bu gerillanın cesedini yıkadık, kefenledik, köyü sanırım bunun için yakmaya karar vermişlerdi… Evleri birer birer ateşe veriyorlardı. Derken sıra bizim eve gelince, elbiselerimizi giydik ve dışarı fırladık, hiçbir şey alma imkanımız yoktu, canımızı zor kurtardık. (s.97)
[Kafle] oluştu kısa bir zamanda, evi yakılan kaçıyor ve kafleye katılıyordu, köyün dışına çıkardılar bizi, burada erkekleri çocukları ve kadınları ayırdılar. Kadınlar ve çocukları bir tarafa, erkekleri bir tarafa. Erkekleri dövmeye başladılar, kimse kurtulamadı bu dayaktan… Bir daha da dönemedik köye, kaldık Kızıltepe’de. (s.98)
15. kurşun
Uğur’un kardeşleri var. Habib, Ali ve Emine. Kardeşleri Uğur ve babaları Ahmet’in öldürülmesi yetmezmiş gibi, o akşam polis anneleri ve babaannelerini de götürmüş. Gece komşuları olan öğretmenin evinde, sokak kana bulandığında sığındıkları evde kalmışlar.
Emine, babası ve ağabeyinin öldürüldüğü akşamı anımsıyor: “Biz film izliyorduk. Annem namaz kılmak için aptes alıyordu. Silahların sesini duyduk birden… babaannem bizi önce bizi televizyon sehpasının altına sakladı. Annem diyordu ki, ‘Ben Uğur’u gördüm,’ diyordu, ‘Uğur’un başını eğmişlerdi, beyaz renkli pantalonu vardı üstünde’, diyordu annem.” (s.103)
Habib, Ali ve Emine, kardeşleri Uğur ve babaları Ahmet’i rüyalarında görüyorlar. Emine, Uğur’u bir tiyatro sahnesinde, kendisinden su isterken görmüş. “Uğur sen ölmemiş miydin?” demiş. “Hayır … öldüğümü kim söyledi sana, yaşıyorum ben, işte gördüğün gibi buradayım ve ölmedim” demiş Uğur. Emine tam suyu vermeye yeltendiğinde uyanıvermiş. (s.104)
Ali, Uğur’u kısacık bir rüyada battaniye isterken görmüş. Battaniyeyi verir vermez bitivermiş rüyası. Ali, o akşamdan sonra iki sene okula gitmemiş, yalnız kalmış; “… canım sıkıldı, arkadaşım yoktu ki hiç” diyor (s.104).
Ali, kiradan kurtulup ev sahibi olacakları günleri düşünen büyüklerine, kendi evleri olursa bir odasını ayrı tutmak istediğini söylemiş. Amcası Reşat nedenini sorunca, “Uğur’un ve babamın fotoğrafını koymak için” demiş. Bir başka gün, duvardaki fotoğrafın karşısına geçip şöyle konuşmuş: “Hey dünya! Sizi çok özledim ben! Ama siz, asılı durduğunuz o duvardan aşağıya hiç inmiyorsunuz ki!” (s.60)
Habib, 5. Sınıfa dek ağabeyi Uğur ile aynı sınıfta okumuş. Onun rüyasında, Uğur kendi taziyesine gelmiş. “Sadece bana bakıyordu. Kimse bunun farkında değildi ama… Yüzü yara bere içindeydi. Hiç konuşmadık, sadece birbirimize bakıyorduk.” (s.104-105)
Habib, Kaymaz kardeşlerin ortak anılarından birini anımsıyor: “Babam Irak’tayken bir film seyrettik. İki kız çocuğu vardı filmde ve babalarına ‘birtanem’ diyorlardı. Biz dördümüz – Uğur daha ölmemişti, yaşıyordu – kendi aramızda karar verdik, babam Irak’tan dönünce biz de ona ‘birtanem’ diyecektik.” (s.106)
Habib, Uğur’a yaşça daha yakın olduğu ve onunla aynı okula gittiği için belki de Uğur’un en iyi tanıyanlardan biriydi. Uğur’un avukat olmak istediğini belki de bir tek Habib biliyordu.
16. kurşun
21 Kasım 2004. Ahmet ve Uğur Kaymaz evlerinin önünde yatıyorlar. Oğlunu ve torununu yitiren Emine Kaymaz gözaltına alınıyor. Ona olanları söylemiyorlar, yalan söylüyorlar. Kocasını ve oğlunu yitiren Makbule Kaymaz da gözaltına alınıyor. Evi alt üst ediliyor. Çocuklarını yanına alamadan götürülüyor. Kana bulanan sokakta bir savcı beliriyor. Hem de kadın. Ama Emine ve Makbule Kaymaz’ı anlamak için, onları korumak için gelmemiş. Kanıtlara çeki düzen vermek için orada. Uğur’un terörist olduğunu gösteren kanıtlara.
Hani adalet?
Arat’ın bıraktığı yerden sormaya devam edelim. 19 Ocak 2010: Hrant öldürüleli üç sene oldu. Uğur öldürüleli daha da fazla. Arat’ın sorduğu soruyu hep bir ağızdan soralım: Hrant öldürüleli üç sene oldu. Ne olmuştur bu üç yılda? Adalet adına ne olmuştur? Mahkeme bizimle, hepimizle dalga geçmedi mi?
Uğur ve babasının evlerinin önünde öldürülmesiyle ilişkili davada ne olmuştur? Mahkeme sanık polisler için beraat kararı verdiğinde, hepimizle dalga geçmemiş midir?
Arat’ın bıraktığı yerden haykırmaya devam edelim: Yalnız Hrant için değil, Uğur için değil, hepimiz için, çocuklarımız için adalet gerek.
Doç. Dr. Serdar M. Değirmencioğlu
ÖNCEKİ HABER

Haiti’nin verdiği ders

SONRAKİ HABER

NOT

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...