27 Ocak 2010 00:00
UFUK
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni iken öldürülen Abdi İpekçi cinayetiyle ilgili olarak dönemin yetkililerinin yaptıkları birbirlerini suçlayan...
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni iken öldürülen Abdi İpekçi cinayetiyle ilgili olarak dönemin yetkililerinin yaptıkları birbirlerini suçlayan açıklamalar, olayın perde arkasının görülmesine mi, yoksa yeniden küllendirilmesine mi vesile oldu?
Gazeteci Can Dündarın, olayı yeniden gündemleştirmesi önemliydi. Bu bakımdan önceki gün yayımlanan Canlı Gazete programında, dönemin askeri savcısı Ahmet Koçun, Ağcanın Maltepe Askeri Cezaevinden kaçırılması olayını, ordu içine dal budak salmış bir aşırı sağ örgütün gerçekleştirdiğini dile getirmesi çarpıcıydı.
Can Dündar, bu aşamada, bu örgütten kontrgerillanın mı kastedildiğini sorabilir ve Özel Harp Dairesi eski başkanlarından Sabri Yirmibeşoğlunun eski Başbakan Bülent Ecevitin sorusu üzerine ülkücüleri kullandıklarına dair itirafı da hatırlatılabilirdi.
Askeri Savcı Koç ile yapılan canlı telefon bağlantısının ardından dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hayri Kozakçıoğluna stüdyoda sorular yönelten Dündara, Kozakçıoğlunun verdiği yanıtlar ise dönemin İstanbul polisinin övgüsünün ötesine geçmedi. Kozakçıoğlu, İpekçi cinayetinde mafya ve silah kaçakçılığı örgütlerinin etkili olduğunu düşündüğünü belirtirken, İpekçinin silah kaçakçılığı organizasyonlarının üzerine gitmesini de hatırlatarak, iddiasını güçlendirmeye çalıştı.
Başarılı ve deneyimli gazeteci Dündarın, bu söylediklerimizi kendisinden yaş olarak daha genç bir gazetecinin ukalalığı saymayacağına da inanarak -onun hocalık yaptığı okuldan mezun olmuş biri olarak böyle umuyoruz- bu açıdan da Kozakçıoğlu, bir iki soruyla sıkıştırılabilirdi diye düşündük. Dünyada gizli servislerin içinde olmadığı, nemalanmadığı ya da yönlendirmediği mafya ve kaçakçılık örgütleri var mı?
Cezaevinden kaçırıldıktan sonra Ağcanın evinde saklandığı isim, ülkücülerin reisi ve devletin bazı operasyonlarda kullandığı, kendisine özel pasaport verdiği Abdullah Çatlıydı. Çatlı, Ağcayı yurtdışına çıkardıktan sonra da koruduğunu açıkladı. Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahinin, kırmızı bültenle aranırken Abdullah Çatlıyla birlikte göbek attığını ortaya çıkaran fotoğraf, Susurlukun en popüler karelerinden biriydi.
Ağcayı çocukluğu döneminde Malatyadaki mahallesinde top oynarken tanıyan arkadaşları, onu içine kapanık biri olarak hatırlıyorlar. Hatta ezik ve zavallı ifadelerini kullanan bile var. Ağcanın korku ve saygıyla karışık kendisine reis dediği Çatlının, bizzat devletin istihbarat örgütleri tarafından yurtdışı görevine gönderildiği de yine Susurlukta gündeme yansımıştı.
Kozakçıoğlunun İpekçi cinayetinde işaret ettiği mafyanın, mahalle bakkalından haraç alan, dar bir racon çetesi olduğunu düşünmeyecek isek, o zaman bu mafya nasıl olur da ülkenin emniyetini, istihbarat örgütlerini atlatarak böylesi bir sürece imza atabilir?.. İtalyan Gladiosundan da biliyoruz ki, koca İtalyan mafyası bile nihayetinde İtalyan Gladiosunun taşeronu idi. Bizdekiler de öyle değil mi?
Can Dündarın İpekçi dosyasını yeniden gündemleştirmesi ve dönemin yetkililerini yeniden ekrana taşıması önemliydi. Ama ne yazık ki, bazı önemli sorular, Dündarın stüdyo konuklarına karşı gösterdiği centilmenliğin sınırında kaldı. Elbette akıl ve nezaket, provokatif gazeteciliğe kıyasla daha anlamlıdır.
Ancak Kozakçıoğlu gibi o nezaket iklimini kendi durumunu meşrulaştırmak ve topu taca atmak için kullanan yetkililer karşısında, tarihin yanıt beklediği sorular da hâlâ ortada duruyor. Kozakçıoğlu, İpekçi cinayetinde devletlilerin sorumluluğundan söz ederken, neden daha açık konuşmuyor? Bunlar hangi kişi ve kurumlardır?
Ayrıca Necdet Uruğun, Ağcanın sorgusu için ek süre talebini reddetmesi, açıkça soruşturma sürecinin engellenmesi değil midir?
Dönemin Özel Harp Dairesi, MİT ve emniyet sorumlularının rolleri nedir İpekçi cinayetinde? Eğer Ağcaya tetiği çekme emrini, basit bir semt mafyasının verdiğini düşünmüyor isek, bu soruları sormadan edemeyiz.
FATİH POLAT