30 Ocak 2010 00:00
Devrimin ayak izlerini Kübada sürmek (3)
Bölgenin doğusunda yer alan Plaza de la Catedrale vardığımızda, meydanın adını, Havananın en dikkate değer yapılarından birinden; Catedral de San ...
Bölgenin doğusunda yer alan Plaza de la Catedrale vardığımızda, meydanın adını, Havananın en dikkate değer yapılarından birinden; Catedral de San Cristóbal de La Habanadan aldığını öğreniyoruz. Kent başpiskoposunun merkez katedrali olan yapı, 18. yüzyılda barok tarzında inşa edilmiş. Kuleleri asimetrik olduğundan olsa gerek, rehberimiz, binanın asimetrik özelliklere sahip tek barok yapı olduğunu söylüyor. Kristof Kolombun bedeninin de bir süreliğine bu ibadet merkezinde saklandığı tevatür ediliyormuş.
CÉSPEDESİN HEYKELİ
Katedral Meydanına gelmişken bir koşu Empedrado Sokağına gidip Ernest Hemingwayin favori barlarından La Bodeguita del Medioyı buluyorum. Özellikle Hemingwayin dünyaya duyurduğu mojitodan söylüyorum kendime. Mojito (mohito okunuyor) dediğim, bardağın dibine şeker dökülüyor, üstüne bir tutam taze nane atılıyor, sonra tahta bir nesneyle naneler bir güzel ezilip hırpalanıyor, ardından yeşil limon suyu, soda ve beyaz rom Korsanlardan korunmak için 16. yüzyılda inşa edilmiş kale Castillo de la Real Fuerzayı da görüyoruz. Ayrıca, Küba bağımsızlık mücadelesinde payı bulunan milli kahraman Carlos Manuel de Céspedesin heykelinin etrafını da tavaf ediyoruz.
DAIQUIRI NASIL YAPILIR?
Akşam, Havananın tarihi ve kültürel dokusunu Calle Obispodan geçerken daha iyi yudumluyoruz. Plaza de Armasdan Parque Centrale kadar uzanan bir yürüyüş yolu burası. Yol boyunca, eski Havana evleri ile barok ve neoklasik tarzda binalar dizi dizi. Aynı caddedeki Monserrate köşesinde Hemingwayin uğrak yeri olduğu söylenilen El Floriditada, önce mebzul miktarda Hemigwayin pek sevdiği Daiquiriden içiyor, sonra menüden Hemigwayin Tercihinin üstüne parmağımı basıp garsona göstererek akşam yemeğimi yiyorum. Bara gidip daiquirinin yapımını gözlemlemeden de edemiyorum. 1 ölçü şeker şurubu, 2 ölçü yeşil limon suyu; çalkala, karıştır, oldu sana karışım. Buzu kar haline getir, bardağa doldur, üzerine 1 ölçü karışım, 1 ölçü Küba romunu ekle, işte daiquiri.
HEYKEL KONUŞUR MU?
Kübadaki günlerimizden o özel gün, Nâzımın doğumunun 108. yılını kutlamak üzere Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı (NHKSV) ve Nicolás Guillén Vakfının birlikte düzenlediği tören için Havanada Yazarlar ve Sanatçılar Birliği (UNEAC) Salonuna gidiyoruz. Havanaya yerleştirilmek üzere getirilen Nâzım Hikmet heykeli, doğal olarak törene damgasını vuruyor. Guillén Vakfı Başkanı Nicolás Guillénin torunu Nicolás Hernandes Guillén, NHKSV yöneticileri ile törende bulunan yazar ve sanatçılara hoş geldiniz diyor, sonra büyükbabası Nicolás Guillénin aynı yazgıya sahip dostu Nâzım Hikmet adına düzenlenen törene ev sahipliği yapmaktan duyduğu onuru dile getiriyor. NHKSV adına konuşan Yönetim Kurulu Üyesi Özcan Arca, Nâzım Hikmeti Nâzım Hikmetin dizeleriyle anlatıyor. NHKSV Yönetim Kurulu üyelerinden Prof. Dr. Hasan Keseroğlu, durmaksızın fotoğraf çekmekte. Heykeltıraş Dr. Guillermo Rodriguez Rivera, Nâzım Hikmet şiirinin Kübalılara etkisinden söz ediyor. Kübalı genç şair Karel Levya, Nâzım için yazdığı şiiri okuyor. Mermeri ipekli bir kumaş gibi kesip, Nâzım Hikmet Heykelini yaratan Mehmet Aksoy; Heykel kendi konuşur diyor.
HIFZI TOPUZUN DELİKANLI HEYECANI
Törene katılan Yazar Hıfzı Topuz ise Nâzım Hikmetin 1961 yılında Havana dönüşü konakladığı Pariste kendisine anlattığı anılarını aktarırken; Bundan 49 yıl önce Nazım Havanadan Parise dönmüştü. Kendisiyle bir pazar günü buluştuk. O, Güzin ve Abidin Dino, eşim ve yedi yaşındaki oğlum. Paris yakınlarında Saint-Denisde devrimci bir topluluğun düzenlediği bir toplantıya katılıyorduk. Arabada Nâzıma Havana izlenimlerini sordum. Havana Röportajı başlığı altında bir şiir yazdığını söyledikten sonra; Bunları istersen yarın sana okurum, ama izlenimlerimden bazılarını şimdi arabada anlatayım, Güzin, Abidin ve Nezihe de duysun dedi ve tatlı tatlı anlatmaya başladı diye söze giriyor; tüm salonu heyecanlandıran, ayağa kaldıran bir konuşma yapıyor. Konuşmasının sonunda sol elini yumruk yapıp havada sallayarak ve de Venceremos (Kazanacağız) diye bağırarak salonun tansiyon ibresini en üst noktaya taşıyor.
GENCO ERKALDAN OYUNCULUK DERSİ
Derken, Antalya Devlet Opera ve Balesi Şefi ve Sanat Yönetmeni Orhan Şallıel, piyanonun (hem de kuyruklu) başına geçiyor. İzmir türküsü Ah, bir ataş ver, cigaramı yakayım/Sen sallan gel, ben boyuna bakayımı enstrümantal olarak yorumluyor. Ardından Harmandalı zeybek müziğini Afrika, Karayip ve Avrupa stillerinin, ve unsurlarının karışımında çalıyor. Sonrasında Karlı Kayın Ormanı... Hançerelerimizden çıkan ses, koskoca bir koro oluşturuyor; Kübalısı, Türkü hep birlikte coşuyor, birbirimize sarılıyoruz. Sonra Nâzım şiirleri resitali. İspanyolcası Küba asıllı oyuncu Claudia Rojastan, Türkçesi bizim Genco Erkalımızdan. Bugün Pazar, Karıma Mektup, Angina Pektoris, Taranta Babuya Yedinci ve Beşinci Mektuplar, Yaşamaya Dair -I, II ve IIIü okurken Genco Erkal, şiirlerin içeriğini sanki sahne teması yapmış, oynuyor. Giderek Rojas da Erkala uyacak. Sonuç: İkisi birden hepimizi gözyaşlarına boğuyor. Bu unutulamayacak zaman dilimi, ne yazık ki yarım saatte son buluyor.
MÜKEMMEL ÜSTÜ BİR BAŞ BALERİN
Ertesi akşam, Capitolioun kuzeyinde Gran Teatro de La Habanaya gidiyoruz. Biletlerimiz önceden alınmış. Belçikalı Mimar Paul Belau tarafından tasarımlanan ve 1837 yılında inşa edilen bir bina bu. Dış cephesi hayli etkileyici İşte tiyatro binası, opera binası böyle olur bre melunlar dedirtecek kadar! En ince ayrıntılarına kadar büyük bir özenle inşa edilmiş. Ön cephede Heykeltıraş Giuseppe Morettiye ait dört heykel var. Balet Espanol de Cubadan İspanyol dansları izliyoruz. İkinci perdede popüler Flâmenko Mi Sombra y Yo ve Al Ándalusta baş balerin Irene Rodriguezin elevationlarına, pas assemblélarına, pointelerine hayran kalıyorum. Henry Carballosanın koreografisindeki dinamizm ve corps de baletteki uyumla adeta büyüleniyorum.
MUTLULUĞA VARMANIN YOLU
Devrim Müzesini gezerken hep birlikte hüzünleniyor, fotoğraf çektirmek için birbirimizle adeta yarışıyoruz. 1961 yılında kafasına tabancayı dayayıp ederek yaşamına son veren Ernest Hemingwayin Finca-Vigiada yaşadığı -evi görmeden geçemeyiz ya! Zaten geçmiyoruz. Hemingwayli yirmi yılın anılarını ve izlerini müze-evin bahçesinde tropik yağmur altında paylaşırken, Kübada gürbüz komünizm rüzgarının hâlâ esmekte olduğu yönündeki düşüncemi çevremdekilere açıklıyorum. Mutluluğa bencillikten kurtulunarak, maddi refah istemeden, her şeyden çok entelektüel mülkiyet ve refahı yeniden üreterek ve bölüşerek varılabilecek, lamı cimi yok, bu böyle diyorum, kimse şaşırmıyor.
KÜBALILARIN PAHA BİÇİLEMEZ DEĞERİ
Dönüş uçağında, inanan toplumun varlığını tüm yokluklara, hatta belki de yoksulluklara karşı sürdürmekte olduğunu düşünüyorum. Yarını bilemem, ama komünizmin bir bolluk toplumu olacağı ilkesine inanç devam ediyor. Gözlemledim ben bunu. Ancak gene de, Kübada komünizmin manevi hegemonyasının kendini tazelemesi gerektiğine inananlar safındaki yerimi koruyor, Kübalıların, yüzlerini ve gönüllerini komünizme çevirerek, yeni bir dünya perspektifine bağlanmaları gerektiğini düşünüyorum.
İşte bu amaçla, Fidelin adanmışlığının Kübalılar için paha biçilmez bir değer olduğunu, bu üç günlük yazı dizisinde kıyısından köşesinden anlatmaya çabalıyorum.
Gerisini, kızım sen anla misali, elbette ki laf-ı güzaf olarak başka telden çalıyorum.
Üstün Akmen