1 Şubat 2010 00:00

EVRİM/DEVRİM


Bir valiz dolusu belge, 1. Ordu tarafından hazırlanmış darbenin evrakları olarak savcılığa teslim edildi.
Zamanın 1. Ordu Komutanı Doğan ve destekçileri bir yanda, muhafazakarından liberaline AKP yandaşı “darbe karşıtları” bir yanda, TV kanallarının en müstesna saatlerinde tartışıyorlar.
“Senaryo” dendi. Hayır “darbe hazırlığı” dendi. Şimdi hem askeri hem sivil savcılık tarafından soruşturuluyor. Yargı, hani “bağımsız” üç “kuvvet”ten biri. Yasama.. Yürütme.. Bir de yargı. “Bağımsız!..” Kimden?.. Halktan bağımsız olduğu kesin. Halk, ancak, mahkemelerin sanık sandalyelerinde oturuyor. Sivili ya da askerisi, hangisi olursa olsun, karar mevkilerinde olanlarsa bürokratlar. Askeri ya da sivil bürokratlar... Bir de sivilleşmeyi demokratikleşme olarak övüp önerenleri düşünün; “Demokrasi demek ‘seçilenler’ demektir”, “Asker sandıktan çıkmış ‘seçilenler’e bağlıysa, demokratik hukuk devleti vardır” diyenleri... Hangisi seçilmiş? Askeri yargıçlar seçilmemiş de, sivil olanları seçilmiş mi? Ve hangisi, örneğin 12 Eylül’ü yargılamaya tevessül edebildi? Öyleyse hangisi bağımsız ve nereden, kimden bağımsız?
Ve EMASYA... Zamanında bu gazete çok uğraşmıştı. Kaç gün manşet yapmıştı. İstanbul Barosu suç duyurusunda bulunup mahkemeye intikal ettirmişti. Ne demişti yargı? Sivil yargıydı üstelik! Ve bağımsızdı!
O zamanki adı Kriz Yönetim Merkezi’ydi. Grev dahil “ülke güvenliği”ni ilgilendiren konularda, sadece savaş halinde değil ama Gazi olayları gibi olaylarda, Şemdinli’de, aslında gerekli olduğu düşünülen her yerde Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliği’ne bağlı olarak oluşturulan “Kriz Yönetim Merkezi”, duruma el koyuyordu. Bütün “güvenlik güçleri” onun emrine giriyordu. Tıpkı, 1. Ordu’nun “senaryosu”nda olduğu gibi... Yani gerçekte, senaryo falan değil olan biten. Örneğin Gazi olayları sırasında bu “senaryo” yürürlükteydi. Uygulama böyle oldu hep.
Ve mahkemeye gidildiğinde alınan yanıt öğretici olmuştu. Mealen, “Bu bir NATO organizasyonu”, “Uluslararası anlaşmalarla belirlenmiş, yapacak şey yok”tu karar.
“Nur topu” gibi bir “Kriz Yönetim Merkezi”miz vardı; NATO’ya bağlıydı ve kaderdi, “kurtuluşumuz yok”tu! Halk şurasından burasından kendisini ortaya koyduğunda hemen devreye girecekti. Sivil olsa ne olurdu, olmasa ne!.. Seçilmiş bir hükümet olsa ya da 12 Eylül’deki gibi atanmış bir başkası, bir şeyin fark etmeyeceği yönetsel mekanizma ellerin altında hazır ve nazırdı. Eskiden olduğu gibi her seferinde 12 Eylül’ler gerekmesin diye önlemler alınmıştı. Gerisi “demokratik” görünümlü olabilirdi. “Demokratik” biçimde atılan zehirli gazların, copun vb. yetmediği durumlarda, EMASYA ya da Kriz Yönetim Merkezi hemen işe el koyar, gereğini yapardı.
Kimse bir şey dememişti. Çünkü mekanizma, AKP ya da başka burjuva düzen partilerine, onların etkisinin artıp azalmasına karşı değil; asıl denetim altında tutulması zorunlu olan ve zamanında sorun yarattığına inanılan işçi, memur, köylü, genç, kadın, hak arayanlara karşı işlevle donatılmıştı. Başında ANAP olursa o, Demirel olursa o ya da bir dönem suikastla tehdit edilmiş Ecevit, fark etmeden çalışacak bir mekanizmaydı. Ya da şimdi AKP... Bunlar gelip geçiciydi. Mekanizmayı işletenler de böyle düşünürdü, gerçekte de böyleydi. Asıl olan bürokratik militarist aygıttı. Bunlar sürekliydi. Ve kim gelir ve giderse gitsin, ideolojik biçimler az-çok ne denli farklılaşırsa farklılaşsın, bürokrasi ve sürekli ordu kalıcıydı. Kendilerini dayatırlardı. Hükümetler önemsiz değillerdir, ama az etkilerlerdi. Tüm hükümetlerin ve asıl burjuva egemenliğinin bürokrasiye, militarizme ihtiyacı vardı. Olağan koşullarla yönetilemez olunca ülke, ya da halk kesimleri yeterince söz dinlemez olunca, kimi zaman OHAL kimi zaman sıkıyönetim gibi yöntemler devreye sokulurdu. EMASYA denen şeyle, görüntü kurtarılacaktı. Ne darbe, ne OHAL ne de sıkıyönetim olmayacak, ama onlardan fazlası yapılabilecekti...
MUSTAFA YALÇINER

Evrensel'i Takip Et