11 Şubat 2010 00:00

MERCEK

Başbakan Erdoğan, kısa süre önce, partisinin meclis grubunda yaptığı konuşmada, hükümet politikalarının antidemokratik karakterine yöneltilen ...

Paylaş

Başbakan Erdoğan, kısa süre önce, partisinin meclis grubunda yaptığı konuşmada, hükümet politikalarının antidemokratik karakterine yöneltilen eleştirileri, “Milli irade ile iş başına gelen bir siyasi iktidarın meşruiyetinin hiçbir zaman tartışılamayacağı” ajitasyonuyla, püskürtürken(!), muhaliflere, sözüm ona “demokrasi dersi” de veriyordu.
Oysa iddiası birçok açıdan temelsizdi: Erdoğan, seçmen desteğiyle hükümet olmuş bir partinin politikalarının meşruluğunu, yurttaş hak ve talepleriyle ilişkisinde değil, alınmış oy desteğinde görüyordu. Seçimle işbaşına gelen parti ve hükümeti, ne yapsa, meşru/geçerli/yasal ve demokratik olacaktı ya da zaten öyleydi(!)
Buna göre, “milli irade” ile, yani seçmenin bir kesiminin desteğiyle hükümet olunmuşsa, örneğin ülke çeşitli açık-gizli antlaşmalarla uluslararası yükümlülükler altına sokulabilir, Afganistan’da olduğu gibi, başka ülkelerin işgaline ortak edilebilir. Bütçe kaynakları-ki başlıcası yurttaşların ödedikleri vergidir- militarizmin güçlendirilmesi, polisin ağır silahlarla donatılması, büyük -ve yandaş- sermaye kesimlerinin desteklenmesi için seferber edilebilir, devlet işletmeleri uluslararası tekellerle içerdeki büyük özel kapitalist işletmelere peşkeş çekilerek işçiler sokağa ve açlığa itilebilir, karşı çıkanlar, TEKEL işçilerine yapılan türden saldırılar ve suçlamalarla dize getirilmeye çalışılabilir!
İşçilerin üzerine panzerler sürülebilir; iş ve ekmek; özgürlük ve barış talebinde bulunanlar; yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini isteyenler kurşun ve dipçikle karşılanabilir!
Kürtlerin eşit ulusal haklar mücadelesi “bölücü terör”le özdeş gösterilip, “duyarlı vatandaş” linçleri teşvik edilerek ve onların da eşliğinde inkar politikası sürdürülür; adlarının kendi anadillerinde olması dahi yasaklanan çocukların “Polise taş atmaları”, bölücü suçlar kategorisine sokularak, kol kırmalar, kurşunlamalar ve ağır cezalarla karşılanır, “Kadın-çocuk fark etmez” anlayışıyla saldırılar sürdürülür ve ardından da “Sorun çözücü demokrat parti ve hükümeti” kimliğiyle, muhaliflere “meşruiyet” dersleri verilebilir!
12 Eylül darbesinin getirdiği yasal çerçeve içinde politika yapılır, ülke darbe anayasasıyla yönetilir; orduyu politikaya müdahale yetkisiyle donatan İç Hizmetler Yasası yürürlükte tutulur, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu antidemokratik içeriğiyle korunup yüzde 10 barajıyla dikta dayatmaları sürdürülür, ardından da askeri barikatların korumasında, militarizme karşı “sivil siyaset” gösterileriyle Amerikancılık yarışında maraton koşulur.
“Milli irade” üzerine dramatik söylevler vermeyi seven Başbakan’ın, “milli irade”ye ipotek koyan sermaye entrikalarının ürünü bir seçim oyunuyla milletvekili seçildiği unutulmamış olmalı. Askeri üst bürokrasiyle birlikte; kendi tabiriyle onlarla “paslaşarak”, uluslararası sermaye, Batılı büyük emperyalist güçler ve azınlık bir kapitalist güruh ve onların hizmetindeki politik-askeri kastın çıkarları doğrultusundaki politikaların halkın iradesiyle, halkın çıkarları ve talepleriyle karşıtlığı apaçık ortadayken, meşruluk iddiası dayanaksız kalır. “Millet iradesi” üzerine söylem ile, “İstikrarın korunması ve sürdürülmesi” propagandası, mevcut sömürü ilişkilerini ve aygıtını/aygıtlarını koruyup sürdürmeyi esas almaktadır.
Erdoğan ve onu destekleyen Amerikancı liberal taifesinin savundukları “milli irade”, halkın ve taleplerinin reddine dayanan bir iradedir, meşruluğu da biçimsel olmaktan öteye geçmemektedir.
ÖNCEKİ HABER

Dܒde çeteleşme ve ayrımcılık var

SONRAKİ HABER

Ailelerden komisyon talebi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa