16 Şubat 2010 00:00
ALBATROS
1980-81 kışı hatırladığım en ağır kışlardan biri idi. Ve insanlar sadece soğuktan ötürü titremiyordu.
1980-81 kışı hatırladığım en ağır kışlardan biri idi. Ve insanlar sadece soğuktan ötürü titremiyordu. Bir de dışa vurulmayan bir korku egemendi her yere. Ve insanlar birbirine selam vermiyordu sokakta. Veremiyordu. Çünkü bir korku cumhuriyetiydi Türkiye. Bir selam, 90 gün emniyet cehennemlerinde gözaltı demekti en azından. Gözleri bağlı insanlar dolanıyordu işkence odalarında. Kan, kusmuk, irin, sidik ve dışkı kokusu birbirine karışıyordu; insanların balık istifi doldurulduğu hücrelerde. Oralarda almıyor da koridorlara taşıyorlardı. Kiminin boynunda bir yafta: SYY. Su ve Yemek Yok! Behçet, bir kalorifere zincirli Konuşmuyor. Ölecek az sonra. Ve Gülten Akın, daha sonra o muhteşem ağıtını yazacak onun için. İrin akıyor, zarı patlak kulağından. Nasuhun... Hücrede atmışlar sevgili Alimenin kucağına. Ankara, DAL Ve ortalarda dolanan cehennem zebanileri
Siviller gözaltındakileri Kızılayda dolaştırıyor. Selam verdin mi yandın!
Gebze treninde bir gazeteci arkadaşımı görüyorum. Buz gibi gözleri Bırak selamı, bir ışıltı bile yok. Ya benden korkuyor takipte olabilirim diye, ya da beni korumak için eğer takipte ise. Vapur inişlerinde koyunlar gibi hüviyet kartlarımızı gösteriyoruz. Minibüslerden indirilip sıralanıyoruz yine koyunlar gibi. Orwellin 1984 kitabında hissediyorsun kendini.
Tüm Türkiye postal altında, sivil iş birlikçileri alkışta
1982de Alan Yayınlarını kurduğumuzda, Heinrich Böllün Katherina Blumun Yitik Onuru adlı kitabını ilk yayınlanacaklar arasına almıştım. Almanyada Beider-Meinhoff isterisinin had safhaya ulaştığı, her yanda terörist arandığı sıralarda bir kadının gözaltı öyküsüydü bu. Kadının siyasal bir ilişkisi yoktur, bir gece sevgi yaşadığı bir adamla. Ama o aranan bir teröristtir. Ve kadının yaşamı, polis ve medya iş birliği ile paramparça edilir. Böll, yitik onur demişti. Ben onu, çiğnenen onur yapmıştım.
Böll, Alman toplumu içinde 70li yıllarda estirilen isteri havasına DUR demişti; Nobelli, ünlü bir yazar olarak. İlkin tepki de aldı, Sen teröristleri mi savunuyorsun?! diye. Ama bugün filmi de yapılan bu kitap, Alman klasikleri arasında ve Almanlar o dönemi şimdi utançla hatırlıyorlar.
Doğrusu, 2000ler Türkiyesinde, bu durumun yaşanacağını hiç düşünemezdim.
1980de Türkiye, militer hegemonya altında bir polis devleti idi.
Bugünlerde militarizm iyice teşhir oldu.
Ama bir polis devleti olma riskine karşı da uyanık olmak gerekmiyor mu?
Savcılar eskiden, polis fezleke ve asker suç duyurularına göre fazla delil falan araştırmasına gerek duymadan, iletileri iddianameye dönüştürerek dava açmayı tercih ederdi.
Gerisini sanık düşünsün!
Bostancıda aslında bir intihar eylemi yaşandı. Bir av olarak kıstırılan kişi, bir polis ve 17sinde bir Kürt çocuk, ne oluyor diye izleyen. Babası da üstelik DTPli. Beceriksizce düzenlenmiş bir operasyonun üç kurbanı
Aynı Katherine Blum romanı gibi. Aslında kuşatma ile sağ olarak da ele geçirilebilecekken, öldürülen terörist, kimle selamlaştı ise al içeri, solculardan pek hazzetmeyen zihniyet ile. Sosyalist basından yazarların makalelerini toparla koy dosyaya delil diye Şeyh Bedrettin bile olsun sana delil.
Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal, parlamentodaki konuşmasında konuya şöyle değindi: Diyor ki İstanbul Emniyet Müdürlüğü: Yakından izliyoruz, adım adım izliyoruz. Ve Orhan Yılmazkayanın çay içtiği; liseden, üniversiteden arkadaşlarının hepsini toparlıyorlar ve aylardır, şu anda Mehmet Yeşiltepe, örneğin Murat Akıncılar -bunlar akademisyen, sosyalist, aydın, yazar, muhalif insanlar- salt burada Orhan Yılmazkayanın arkadaşı olmaktan ötürü terörist damgasıyla cezaevinde yatırılıyor ve ayın 23ünde de mahkemeye çıkarılacak, çıkarılacaksa...
Yazıları dosyalayan Yazar Sibel Özbudun şöyle diyor: Bir eski fakülte arkadaşı ile yeğeni Fakülte arkadaşının eski kocası Eski kocanın sözlüsü Sözlünün bir başka arkadaşı Gazeteci bir eski arkadaş Orhan Yılmazkaya ile birlikte teknik takip altında olan iki kişi ve onlarla teması olan muhtelif kişiler Ve Mehmet Yeşiltepe. Mühendis Devrimci Hareket dergisi çalışanı, hidrosefali hastası Tutuklanan ve hâlâ yargılanmayı bekleyen sanıkların çoğu birbirini tanımıyor bile. Her birinin suçu ise yaşamlarının bir döneminde Orhan Yılmazkaya ile tanışmış ve takip altında olduğu süre içerisinde onunla bir şekilde yan yana gelmiş olmak Örneğin polisin dahi Devrimci Karargah adındaki örgütle ilişkilendirmediği bir derginin, Devrimci Hareket dergisinin çalışanı Mehmet Yeşiltepenin suçu, üniversiteden tanıdığı Orhan Yılmazkaya ile iki kez çay içmiş olmak Ankara Düşünceye Özgürlük Platformu, Yazar Murat Akıncılar için bir açıklama yaptı:
O sosyalist bir yazar, Marksist bir akademisyen, Özgür Üniversitenin öğretim üyesi, sendika uzmanı, siyasetçi, Kürt olmamasına rağmen HADEP Parti Meclisi üyeliği yapmıştı, Çatı Partisi tartışmaları ve Demokrasi için Birlik Hareketi Koordinasyonu içinde yer alıyordu. Demokratik Dönüşüm adlı derginin de yazarları arasındadır. Murad Akıncıların bir başka özelliği, Türkiye Sosyalist hareketiyle Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin birlikteliği yönünde çaba harcamasıdır. Onun hedef haline getirilmesi de muhtemelen bu özelliklerinden dolayıdır...
Mehmet Yeşiltepenin duruşması, 23 Şubatta Beşiktaş Adliyesinde yapılacak.
Temel Demirerle orada olacağız. Sizleri de bekliyoruz
RAGIP ZARAKOLU