24 Şubat 2010 00:00

UZUN MESAFE

Yıllar öncesinde İzmir Kaynaklar köyünde naylon çadırlarından göç eyleyen tarım işçisi Romanlar ile karşılaşmıştık.

Paylaş

Yıllar öncesinde İzmir Kaynaklar köyünde naylon çadırlarından göç eyleyen tarım işçisi Romanlar ile karşılaşmıştık. Elimde fotoğraf makinesi, yol arkadaşım Ali Galip Yener! Sormuştum çekebilir miyim diye. Bize de getirirsin değil mi diye yanıtlamışlardı. Adres sorunca ‘Bayındır Çırpı’danız, üstelik çayımız da var kahvemiz de’ deyivermişti Fehim Elekçi.
O fotoğraftan üç dört yıl sonra yolumuz Çırpı’ya düştüğünde gözümüz yolda ve evlerin pencerelerinde esmer tenli aramış ama görememiştik. Üstelik adından emin değildik yıllar sonrasında. Fotoğraf gösterip sormak da rahatsız ediciydi bizim için. Ama kısa sürede gerçek bizimle buluştu. Onlar, yani Romanlar, yerleşkenin kıyısındaydılar. Sonrasında o geçici tarım işçisi Roman aile ile buluşmuştuk. Banyo büyüklüğünde son derece basık toprak bir yapıydı ev onlar için. O yoksulluk, odun ateşinde bazlama, yüz gram kıyma, bir küçüğün yarısı rakı ile en varsıl hali ve tüm mahremi ile bizimle paylaşıldı.
Duvarda Fehim Bey’in askerlik fotoğrafı baş köşedeydi. O yıllarda askere gitmiş olmak, Romanlar arasında bir ayrıcalık olmalıydı. Nüfus cüzdanının varlığı resmi kayıtlarda kabul anlamı taşıyordu muhtemelen. Üstelik yanılmamıştık algımızda; mahalle kahvesinde bizleri hekim olarak değil de ‘askerlik arkadaşlarım’ diye tanıtmıştı.
Şimdi bir kez daha Çırpı’da Fehim dostumuzun evindeydik. Bu kez Hayat TV için hazırladığımız Sağlıklı Günler programıydı bizi oraya götüren. Dezavantajlı gruplar ve sağlık sorunlarıydı konumuz; Hür, Ali Galip, Seyfi ve Ayşen arkadaşlarımla birlikte.
Fehim Bey bizi bu kez asker arkadaşı olarak değil de hekim dostları olarak tanıttı. Anlamıştık ki, artık çoğunun nüfus cüzdanı var ve askere alınıyorlar. Yine öğrendik ki nihayet yeşil kart da çıkarabilmişler. Yoksulluk ise daha bir derinleşmişti. Küçücük arsada birkaç metrekarelik üç oda, yani üç ayrı kalabalık aile. Aylardır yaklaşık 2 bin Romanın yaşadığı mahallede ise tüm evlerin suları kesilmiş. Kanalizasyon yok gibi.
Öğrendim ki Fehim dostumuz artık hasta. Yeşil kartlı ama katkı-katılım payı, ilaç yüzdesi nedeni ile hastaneye gidemiyor. Mahallenin bakkalı yıllardır Bağ-Kur primini ödeyemediği için sağlık yardımı alamıyor. Yoksulluk o kadar sahici ki, bakkaldaki tüm ürünleri bir aylık asgari ücretli hepten satın alabilir. Yani tüm mahallenin alım gücü bir asgari ücretli etmiyor.
Damadı ve oda komşusu avuç içini açıp hayıflanıyor: ‘Nasırlarımı özledim...’ Evet, hep nasır tedavisi için fikri sorulan hekimler olarak ilk kez nasırlarını özleyen birisi ile karşılaşmıştık belki de. Ve ekliyordu: ‘Eskiden yeşil kartımız yoktu ama işimiz, yani paramız vardı ve gereğinde para ile tedavi olabiliyorduk. Şimdi açlık sınırında işsizleriz ama yeşil kart adeta bir kağıt parçası. Para yok ki katkı payı ödeyip tedavi olabilelim...’
Evet, onlar için olağanlaşmış bir sır daha öğrenmiş olduk. Sevgili Fehim Elekçi, tam 25 yıl aynı patronun yanında mevsimlik tarım işçiliği yapmış ama tek bir gün dahi sigortalanmamıştı. O an aklıma, GSS yasası henüz yürürlüğe girmeden 16 yaşında sigortalanan, yani erken emeklilik hakkı bir anlamda korumaya alınan cumhurbaşkanımızın oğlu geldi. Ve daha başkaları... Örneğin kundakta sigortalanan ayrıcalıklı zümre çocukları...

...


Yaşam için yeni sığınak & Künkkondu

Sözcükler anlam ve hatırlattıkları ile ayrı yerlere düşerler kimileyin. Örneğin künk! Wikipedia’ya baksanız, ‘künk; pişmiş toprak veya betondan imal edilen dairesel kesitli su borusu olup, genellikle su iletim hatlarında, özelliklede atık su iletiminde kullanılır’ der. Ve büyük kanal projesi benzeri belediyecilik faaliyetlerinde insan boyundaki künklerin içinden poz vermiş belediye başkanları, gazetelerin favori fotoğraflarındandır her daim. Oysa yoksulların evi yok, varsa da kanalizasyonu, suyu ne gezer; değil mi?
İşte o klişe künk fotoğrafları, bana bu ülkenin açlarını, evsizlerini hatırlatıyor. Kentin kanalizasyonundaki belediye başkanları, acep neden o dev künkleri eve dönüştürmezler diye sorarım kendime.
Yakın zamanda fotoğraflarını gördüğüm künkten yapılmış ucuz oteller, Çırpı’da Roman mahallesinde gözlerimde canlandı. Onlar için ev, bir sığınaktan başka bir şey değil şu haliyle. Ve künklerin iki açıklığına yamanmış bir kapı ve zeminde bir sunta düşünürken dahi, bizleri utandırsa da şu halinden on kat daha sağlıklı sığınak olur, ne dersiniz?
Künkler, tüm kentler gibi İzmir’in de suyunu, lağımını taşır. Ya suyu belediyece kesilen, kanalizasyonu olmayan yoksul mahalleler?.. İzmir, yakın yıllarda suyu ücretsiz verdiği için yargılanan Dikili Belediyesi ile ünlendi. Ardından, AKP’nin ‘İzmir’in suyu siyanürlü’ çıkarmasını izledik yerel seçimler öncesinde. Şimdi ise suyu kesilen mahalleler!..
Ben en azından İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun, Çırpı’daki Roman mahallesinde evlerin suyunun kesildiğinden haberi olmadığına inanmak istiyorum. Ne de olsa bir hekim eşi. Ve önerim, bugüne değin kanalizasyon götürülmemiş çadır kentlere künklerin çok amaçlı götürülmesi: Ev, su ve kanalizasyon!
Gecekondudan yakınan belediyelerin, künkkonduları geçici alternatif yaşam alanları olarak hayata geçirmeleri önünde, sahi, ne engel olabilir ki? Koca bir mahalle bir günde kurulabilir. Ne dersiniz?..
DR.ZEKİ GÜL
ÖNCEKİ HABER

KADERE BAK!

SONRAKİ HABER

ÇADIRKENT’TE GELİN-DAMAT

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...