25 Şubat 2010 00:00

ÖZGÜRLÜKLER

Türkiye’de militer-totaliter-otoriter karışımı bir sistem var. Bu üçlüde yer alan olmazsa olmaz unsurlardan birisi ordu ve bu baskın yön Türkiye rejimini belirliyor.

Paylaş

Türkiye’de militer-totaliter-otoriter karışımı bir sistem var. Bu üçlüde yer alan olmazsa olmaz unsurlardan birisi ordu ve bu baskın yön Türkiye rejimini belirliyor.
Ordu merkezli bir rejim yürürlükte. Hâlâ öyle. (Militer rejim konusunda Ayşe Gül Altınay’ın “Militarizm” başlıklı yazısına dikkat çekmek isterim. 25.11.2005.http://savaskarsitlari.org).
Türkiye’nin sistemi belirli bir ideolojiye dayanıyor. Buna 13 Nisan 2007’de Harp Akademileri Komutanlığında yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Ahmet Nejdet Sezer “devlet ideolojisi” diyordu. “Temelinde Atatürk ilke ve devrimleri bulunan çağdaş Türkiye Cumhuriyeti ideolojisi, tüm yurttaşların taraf olması gereken bir devlet ideolojisidir. “Bu da totaliter yön. Hayatın bütün soru(n)larına cevap var bu ideolojide. Uymak da zorunlu. “Milliyetçi” ideoloji de bu tür devletlerin ortak özelliklerinden. Sezer’e özgü değil devlet ideolojisinden bahis.
Türkiye, Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi’ne sunduğu 12 Kasım 2007 tarihli Rapor’unda (paragraf 17) “Devlet sistemi, anayasal/ülkesel milliyetçilik ilkesine dayanır.” demiştir. (İHOP çevirisi, Nisan 2009, yayına hazırlayan Murat Çekiç) Bunu ırkçılıkla suçlanmamak için yapmaktadır. Vatandaşlıkla ilgili anayasal düzenlemenin nasıl ırkçılıkla alakasının olmadığını göstermek için yapmaktadır. Devlet milliyetçiliği/ülkesel milliyetçiliğin resmi ideoloji olduğunu itiraf etmektedir. Hukuki bağdan söz etmekte. Halbuki yasalarında hep Türk var. Türk, dili, tarihi, edebiyatı, soyu olan bir varlık. Oysa başkaları da var bu coğrafyada. O zaman, o başkalarından, onların dillerinden, edebiyatlarından, tarihlerinden neden söz edilmez, neden? Madem Türk sadece vatandaşlık amaçlı bir isim ve bir niteleme, neden Türk’ten başkası yok? Laz’ın, Arap’ın, Çerkez’in, Kürt’ün dili, edebiyatı, tarihi, müziği neden yok; neden onların adı, sanı yok?
Türkiye sistemiyle ilgili 16 yıl önce Avrupa Parlamentosu AT-Türkiye Karma Komitesi Avrupa Parlamento Heyeti adına Marc Galle bir rapor yazmıştı. Raporda Galle, “Türkiye’de totalitarizm, kırılan ancak sonradan geri çekilmeyen ve suları sahilleri doldurmaya devam eden bir dalgaya benzetilebilir. Totalitarizm, artık göze batmıyor; ancak arkasına saklandığı anayasa tarafından şiddetle korunan yasal bir diktatörlük türü formundaki devlet cihazı yoluyla yaygın kalıyor.” (s.8) Marc Galle, Raporu’nda “Türkiye’de siyasi ve kurumsal yapı” başlığı altında şöyle değerlendirmelerde bulunmaktaydı:
“Türk kurumları, bir yanda hükümet, parlamento ve genelde yetkililer ile öte yanda güvenlik güçleri ve adliye (Mahkeme yargıcı veya savcı olmasına bakmaksızın) arasında şaşırtıcı bir karşıtlığı yansıtır.
Siyasi kurumlar, her çağdaş devlette olduğu gibi, tamamen demokratik olarak görünüyor. Her bir yapının rolünün uygun şekilde tanımlandığı ve saygı gördüğü görülüyor. Türkiye’nin ulusal yönetiminin kalitesi dikkate değerdir. Türkiye’nin kendi türünün modeli olmada tam ehliyetli olduğu sonucu kolaylıkla çıkarılabilir. Yalnızca siyasi liderler tam güce sahip değildir. Bu, siyasi iktidarı adli sistemden ve güvenlik güçlerinden tamamen ayırma şeklindeki Montesqieu ilkesine bir çeşit ters anlam vermedir.”
2 Mart 1994 tarihinde parlamentoda DEP’e yapılan darbe günlerinde, 8-11 Mart’ta Türkiye’de incelemelerde bulunan bir parlamenterin tespitleri bunlar.
Türkiye hâlâ militarizmin ve totalitarizmin kıskacında. Cılız hukuki reform çabaları gözleniyor. Demokratikleşme konusunda gerçek bir irade taşımıyor, Türkiye’yi yöneten politik ve bürokratik kadrolar…
Bugünlerdeki yargısal sorunlara bir de bu gözle bakalım. Hukukun üstünlüğü ilkesi alanında (Sözgelimi bağımsız ve tarafsız yargı konusunda) suskun hükümetleri ve muhalefeti gördü Türkiye. Meclisteki ana muhalefet Türkiye’nin militer, totaliter yapısının değişmesini istemiyor. İkili yargı sisteminin değişmesini istemiyor. Halk iradesinin üstünlüğüne dayalı (Sivil otoritenin üstünlüğü) bir sistemi istemiyor.
Kaotik bir durum var. Kaostan ne mi çıkar? Eğer, Meclis dışındaki demokrasi güçleri militarizme ve totalitarizme hayır der, demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerini talep ederlerse, - yüksek sesle- kaostan demokrasi çıkar. Aksi takdirde, militer güçler ve yargı bürokrasisi müesses nizamı korumuş olurlar. Hale döneriz: “Kırılan ancak sonradan geri çekilmeyen ve suları sahilleri doldurmaya devam eden bir dalgaya…”
HÜSNÜ ÖNDÜL
ÖNCEKİ HABER

İş, eğitim ve barış için

SONRAKİ HABER

KADERE BAK!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa