03 Mart 2010 00:00

GÖZLEMEVİ

“Değişir yönü rüzgârın/Solar ansızın yapraklar;/Şaşırır yolunu denizde gemi/Boşuna bir liman arar;/Gülüşü bir yabancının/Çalmıştır senden ...

Paylaş

“Değişir yönü rüzgârın/Solar ansızın yapraklar;/Şaşırır yolunu denizde gemi/Boşuna bir liman arar;/Gülüşü bir yabancının/Çalmıştır senden sevdiğini;/İçinde biriken zehir/Sadece kendini öldürecektir;/Ölümdür yaşanan tek başına,/Aşk iki kişiliktir…” Yaşayan şairler klasmanının “en” iyilerinin “en” ön safında yer alan Ataol Behramoğlu’nun sanki bu şiirine karşı hazırlanmış gibi algılanabilecek Kemal Kocatürk’ün Shakespeare’den uyarladığı ve sahneye uyguladığı “Aşk Sözleri”, aşkın iki kişilik bir örgütlenme mi, yoksa tek kişilik bireysel bir kavram mı olduğu ikileminin çevresinde gelişiyor.
Bir Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu yapımı olan “Aşk Sözleri”nde Kemal Kocatürk, Shakespeare’in sekiz oyunundan bir çeşit kolaj yapmış. “Romeo ve Jülyet”, “Hırçın Kız”, Othello”, “III. Richard”, “Hamlet”, “Kısasa Kısas”, “Macbeth” ve “Bahar Noktası”ndan (Özdemir Nutku, Zeynep Avcı, Berna Moran, Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirileri ve Can Yücel’in Türkçe söylemesiyle) tablolar almış. Tabloları gazetelerin 3. sayfa haberlerinden, “namus uğruna” işlenen cinayetlerden, kadın haklarından, erkek egemen toplum kurallarından oluşturduğu ön metinlerin arkasına yerleştirmiş. Bu yerleştirmelerde sorular ve sorgulamalar açarak aşk kavramını çözmeye, yanıtlar bulmaya çalışmış. Çalışırken, yepyeni “Memleketimden İnsan Manzaraları” prototipi de yaratmış. Sekiz oyundan alıntılanan tabloların başındaki bu söyleşi tadındaki “arama-araştırma”nın önüne ise, klavye ve viyolonselden oluşan canlı müzik eşliğinde dans gösterileri katmış. Ancaaak… Ön metinlerin güzelliklerini, sanırım seyirci kahkahası uğruna satmış, ön metinlerdeki kimi espriler pek bir banal kalmış.
Aşk… Yeryüzünün en evrensel kavramlarından olan aşk karşılıksız çek midir, bir oyalanma, gözlerini dünyanın gerçeklerine kapama şekli midir, kıskançlık vesilesi midir, denklerin çarpışması mıdır, çiftleşmenin nedenselleştirilmesi (argo deyimiyle makinenin yağlanması) midir, benliğimizin bir karşı cins tarafından ele geçirilmesi midir? Kemal Kocatürk uyarladığı, yönettiği, hem de oynadığı bu oyunda tüm bu sorulara ayrı ayrı karşılık aramış. Ararken, Shakespeare’in hepsi tanışımız olan kahramanlarını kullanmış. Lysander’in, Hamlet’in, Macbeth’in, Lady Macbeth’in, Jülyet’in, Katherina’nın, Helena’nın, Puck’ın, Destamona’nın, Kral III. Richard’ın, Isabella’nın, Ophelia’nın, Hermia’nın, Angelo’nun, Demetrius’un, Oberon’un, Romeo’nun, Petruchio’nun, Mağripli Othello’nun ağızlarından da yanıtlar almış.
Şirin Dağtekin’in sahneyi enlemesine bölen bir tül arkasına yerleştirdiği kulis, hiç kuşkum yok ki iyi bir tasarım. Kocatürk’ün oyunu “ön oyun” olarak, üçüncü zilden beş dakika önce buradan başlatması da pek yerinde bir yaklaşım. Gene Dağtekin imzalı kostümler de iyi, dönemselliği açısından giyilme-soyunma pratikliğiyse ayrıca kayda değer.
Işık tasarımını da üstlenmiş olan Kemal Kocatürk’ün yıldızlı gökyüzü fonu da oyuna zaman belirtme açısından katkıda bulunuyor. Kulisteki sarı yan ışıklar da pek güzel olmuş. Oyunun genel yapısı içinde ışıklama tasarımı açısından belirli düzenlemelerin dışında özel bir ışıklama tekniği gerektiren uygulama bulunmamakta. Kocatürk frensel ışıklarla genel ışıklama düzeni içinde yumuşak ışık; ışık efektleriyle de keskin, belirli bir ışık elde etmiş. Isabella-Angelo’lu bölümde Isabella’nın ışığı gölge yaratıyorsa da, o kusur belli ki yer etmemiş, kusur oyunun salon değiştirmesinden gelmiş.
Ayça Kocatürk’ün müziklerine sözüm yok da, doğrusu kordofon ve elektrofon iki çalgıyı birbirine yakıştıramadım, hepsi bu! Koreografiye gelince, alınmak darılmak yok, Salima Sökmen “Aşk Sözleri”ni bal gibi şişirmiş. Adım, hareket, anlatım üçlüsündeki kusurlar ne öyle ayol!
Kemal Kocatürk oyunu sahneye koyarken, yeniden yazma ya da metinlerarasılık gibi göstergesel bir modeli de biçimselleştirebilmiş. Bu model, bu anlamda, oyuncularla seyirciler arasında bir pazarlık olarak, bir aracı unsur olarak, ayrı dilleri, etkileri, yapıntı düzenlerini bütünleştiriyor. Diğer taraftan, Kocatürk’ün sahneleme tekniği, genel modelle de herhangi bir güçlük olmadan birleşiyor. Bütün bunlar, Kemal Kocatürk’ün Shakespeare’in dramaturgisini ya da kültürelleştirilmiş olarak yeniden okunmasını güncellediği için nasıl üretkenleştiğini gösteriyor. Bu konudaki eleştirim, sadece Destamona’nın yatağa ayakkabıyla girmemesine saplanıp kalıyor.
Oyuncuların tümü gerek bireysel, gerekse takım olarak başarılı. Oyunda, sevgilisi hamile kalan Genç Claudio’nun suçu zina atfedildiği için idam cezasına çarptırılmış olmasından sonra, Rahibe olmaya hazırlanan kız kardeşi Isabel’in ağabeyinin bağışlanması için Lord Angelo’ya giderek yalvardığı bir bölüm var. Sonuçta Angelo, İsabel’in güzelliğine kapılarak kendisine evlilik dışı ilişki teklif edecektir. Bu bölümü Kemal Kocatürk ve Mihrace Yekenkülüğ birlikte kotarıyorlar. Kemal Kocatürk, Angelo’ya dönük tüm yaklaşımları biliyor, biliyor ya da anlamış tamam da, Mihrace Yekenkülüğ’ün duygularını nasıl sürekli harekete geçirdiğini ve bu sayede fiziksel skoruna yaşam veren yönelimleri nasıl aradığını ve bulduğunu gidin görün derim ben. Yekenkülüğ, diğer canlandırmalarında da (özellikle de Puck’da) sadece dışsal fiziksel gerçekliğiyle değil, her şeyden önce içsel güzelliğinin su yüzüne çıkışıyla heyecanlanıyor. Yaratıcı yönelimler basit bir ilgi değil, tutkulu bir heyecan, arzu, özlem ve aksiyonla işte böyle uyandırılmalı dedirtiyor.
Eren Balkan için duygularını, iradesini, aklını, tüm varlığını harekete geçirme nedeni olan derinlikli tutkuları yok diyemem, sadece eksik. Oyun boyunca fevkalade tempolu bir oyun verdiğini de inkar edemem. Özellikle “Bahar Noktası”nda diğer roldaşlarıyla çok da iyi paslaşıyor. Oyuncunun yaratıcı halinde, beklenen ya da beklenmeyen bir uyarıcıya olan tepkisinde Balkan’ı kutlamalı, eksiklerini tamamlayacağı güne kendimi hazırlamalıyım.
Deniz Çakır için, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun 2004–2005 sezonundaki oynadığı Friederich Dürrenmatt’ın “Uyarca”sında izledikten sonra “Deniz Çakır, sahnede kısa süre kalıyor, ama yerini belli ediyor. Çakır’ı yeri gelirse Ann tiplemesi için özel olarak kutlamak isterim,” demişim. Çakır’ı yeniden sahne üzerinde görmek gerçekten keyif, çünkü Çakır sahne üstünde olduğu süre içinde sanatsal arzu ateşini mükemmel koruyor, karşılığında kendine denk düşen içsel özlemleri açığa çıkarıyor. Böylece içsel oynama kışkırtıcılarını arıyor, deşiyor, buluyor.
Ali İl, amacından zerre kadar sapmayan bir oyunculuk örneği vermekte. Kimi sözlerinin anlaşılamamasını oyunu izlediğim gün kendisi için koyduğum “gribal enfeksiyon” teşhisine bağlıyor, (şimdilik kaydıyla) üzerinde durmuyorum. Rollerini iyi düşünmüş, imgelemini iyi çalıştırmış, hiç aşırılığa kaçmadan karakterler yaratıyor. Erkan Pekbay da can verdiği karakterleri olabildiğince sempatik kılmayı başarmakta. Pekbay, umut veren bir oyuncu. Kemal Kocatürk’e gelince, rollerin içsel yüzeylerini bu kere de mükemmelleştiriyor. Özellikle Oberon ile özdeşleşirken, hiç ama hiç kuşkum yok ki onunla duygusal bir iletişim bile sağlıyor.
“Aşk Sözleri”, 2009–2010 sezonu oyunları arasında izlenmeyi hak ediyor.
ÜSTÜN AKMEN
ÖNCEKİ HABER

Çadırlar söküldü direniş sürecek

SONRAKİ HABER

Sinemanın Kampüsü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa