15 Mart 2010 00:00

Gürsucu’ya cevap

Yusuf Gürcüsu’nun Evrensel gazetesinde 27 Şubat günü yayımlanan “Dikensiz bahçe’ için hazırlanan rantiye yasaları…” başlıklı makalesinde; koruma altına ...

Paylaş

Yusuf Gürcüsu’nun Evrensel gazetesinde 27 Şubat günü yayımlanan “Dikensiz bahçe’ için hazırlanan rantiye yasaları…” başlıklı makalesinde; koruma altına alınmış doğal alanların oranı dünyada yüzde 6 iken bu oranın Türkiye’de yüzde 1 gibi yok denecek kadar az olduğu belirtilmektedir. Ülkemizde 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ile 4915 Sayılı Kara Avcılığı Kanunu uyarınca koruma altına alınmış alanların ülke yüzölçümüne oranı yüzde 3’tür. Bu rakama Özel Çevre Koruma Bölgeleri de dahil edildiğinde oran yüzde 4.6’ya ulaşmaktadır. Oysa ülkemizde ormanlık alanlarda “muhafaza ormanı”, “Tohum Bahçeleri”, “Tohum Meşçereleri” ve “Gen Koruma Ormanları” adları altında koruma alanları ayrılmaktadır. Bu alanlarda dahil edildiğinde ülkemizde koruma altındaki doğal alanların oranı yüzde 5.2’ye ulaşmaktadır. 2863 sayılı kanun kapsamında ilan edilen “Doğal Sit” statüsündeki alanlar bu orana dahil edilmemiştir. Ülkemizde yaklaşık 1500 civarında Doğal SİT statüsüne sahip alan bulunmaktadır. En sıkı koruma tedbirlerinin alındığı Doğal SİT’lerin de dahil edilmesi ile birlikte ülkemizdeki korunan alanların ülke yüzölçümüne oranı dünya ortalamasının üzerine çıkmaktadır.
Yazıda, “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” yasa tasarısı ile hükümetin sermaye için dikensiz gül bahçesi yaratmayı amaçladığından ve bu yasa ile asıl amacın “kullanmak” ve dolayısıyla doğayı sömürmek ve yok etmek olduğundan söz edilmektedir. Mevcut ulusal mevzuatımız, özellikle habitatlar ve türler ile ilgili envanter oluşturulması; habitat ve türlerin izlenmesi için bir sistem kurulması; habitat tipleri ile bu habitat tipleri için özel önemi olan hayvan ve bitki türlerinin tanımlanması ve sınıflandırılması; flora ve fauna ile yaşama ortamlarının fiziki planlarda dikkate alınması, korunan alanlar ağının oluşturulması, yönetim planlarının tanımlanması açılarından yetersiz kalmaktadır. Ayrıca mevcut korunan alanlarımızda insan odaklı olmayan anlayışın hakim olması ve bu şekilde yönetilmeye çalışılması, diğer yandan korunan alanlardan sağlanan faydalardan bir bölümünün, idarelerce getirilen yasak ve kısıtlamalardan etkilenen korunan alanların gerçek sahipleri olan yöre insanına yansıtılmaması sebepleriyle bugüne kadar bu alanlarımızda arzu edilen koruma hedeflerine ulaşılamamıştır. Yine taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve Avrupa Birliği’ne üye olarak katılabilmesi için ülkemizin tabiatın ve biyolojik çeşitliliğin korunması gibi yerine getirmesi gereken bazı taahhütleri bulunmaktadır. Tüm bu eksiklilerin giderilmesi için Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu hazırlanmıştır. Açıklamalarımızdan da anlaşılacağı üzere bu kanun ile sermayeye gül bahçesi yaratmak değil tam tersine, bugüne kadar yeterli seviyede olmayan korunan alanlarımızın sayısında ve alan büyüklüğünde önemli ölçüde artış sağlanacak olup, özellikle çok kısıtlı olarak korunan türlerimizin sayısında da büyük ölçüde artış sağlanmış olacaktır.
“Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı” ile koruma alanlarında, yöre halkının ihtiyaçları da göz önünde bulundurularak bir korunan alanın içerisinde “mutlak koruma alanı” ve “sınırlı kullanım alanı” ve “kontrollü kullanım alanı” olarak belirlenmesi koruma kullanma dengesi ve sürdürülebilir kullanımın sağlanması açısından çok önemli bir gerekliliktir.
Korunan alanlarda düzensiz dolaşımın önlenmesi ve ziyaretçi yönetiminin belirli esaslar çerçevesinde yürütülmesi amacıyla alan kılavuzluğu uygulaması başlatılmış olup, alan kılavuzluğu uygulaması korunan alan yönetiminden olumsuz etkilenen yöre insanının kayıplarını, istihdam imkanları yaratmak suretiyle, minimize etmek için önemli bir araç olarak düşünülmüştür. Alan kılavuzluğu uygulamasının amacı net olup, koruma amacına uygun, alan ziyaretçilerini bilinçli ve doğru bir şekilde yönlendirmek üzere eğitilmiş rehberler yetiştirmektir. Böylelikle, korunan alanların en iyi şekilde tanıtılması ve söz konusu alanlara olabilecek olumsuz etkilerin giderilmesi sağlanacaktır. Makalede belirtildiği üzere sertifikalı alan kılavuzları kanunun uygulayıcısı olmayıp sadece korumada önemli bir araçtır.
Yine bahsi geçen yazıda, kanunun 4(b) maddesinde “Korunan alanlara birden fazla statü verilemez” hükmünden bahisle mevcut alanların statülerinin değiştirileceğinden söz etmektedir. Yürürlükteki kanunlarda, korunan alanların belirlenmesi kriterleri ile statü tanımlarının net ve yeterince anlaşılır olmaması uygulamada sorunlar yaratmaktadır. Benzer özelliklere ve kaynak değerlerine sahip alanlar farklı statülerle koruma altına alındığında statü çakışmaları vuku bulduğundan korunan alanların yönetiminde standart model ve usuller geliştirilememiştir. Bu tasarıda; korunan alan belirleme kriterleri ile statü tanımlarının net ve anlaşılır olmasının yanı sıra, statüler arasında belirgin farklılıklar oluşturularak, statülerin belirlenmesi, planlanması ve yönetimi süreçlerinde yaşanan farklı yorum ve tereddütler ortadan kaldırılmaktadır. Aynı zamanda tasarıda, koruma alanına yalnız bir statü verilmesi esası getirilmiş olup, alan yönetiminde farklı birimlerin sorumluluk sahalarına müdahale durumu da ortadan kaldırılmıştır.
Yazıda, kanun ile korunan alanların etkilenmesine neden olacak faaliyetlere karşı “Ekolojik Etki Değerlendirme” (EED) zorunluluğunun getirildiği ve ÇED sürecinde yaşanan sıkıntıların EED sürecinde de aynen tekrarlanacağı şeklinde bir yorum yapılmıştır. Taslak Kanun’un 19(2) maddesinde “Yabani türlerin yaşama alanları ile ilgili plan, proje ve faaliyetlerin muhtemel etkileri için EED’si yaptırılabilir. Yabani türlerin yaşama alanlarını tahrip eden faaliyetlere izin verilmez. Ancak, üstün kamu yararı bulunması halinde tahrip unsurlarını en aza indirecek tedbirlerin alınması şartıyla Bakanlıkça izin verilebilir. Bu durumda bakanlık biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkiyi telafi edici tedbirleri alır veya aldırır” hükmü getirilmiştir. Bu madde ile; korunan alanlarda doğal yaşam alanlarının ve canlı türlerinin yaşam alanlarının bozulmasını önleyici uygun adımların atılmasının sağlanması amaçlanmıştır. Bu amaçla taslak kanunda korunan alanda yapılması öngörülen herhangi bir plan ve programın yapılması için, belirlenen alanda faaliyetin koruma gayeleri açısından, saha üzerindeki etkilerinin ekolojik etki değerlendirmesine tabi tutulması öngörülmüştür. Bu değerlendirme süreci tamamen bilimsel metotlara göre yapılacak olup, diğer saha üzerindeki etkilerin değerlendirme sonuçları ışığında sahanın bütünselliğinin olumsuz bir şekilde etkilenmeyeceğinden emin olduktan sonra ve gerekirse, kamuoyunun görüşünü aldıktan sonra bakanlıkça plan veya projenin kabul edilmesi öngörülmüştür.
Sonuç olarak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı ile ülke çapında bugüne kadar mevcut mevzuat kapsamında yer almayan tür koruma kavramı getirilmiş olup aynı zamanda bir ilk olarak ülkemizde korunan alanlar ağının oluşturulması yasal dayanak oluşturulmuştur. Bu sayede, yabani hayvan ve bitki türleri ve bunların belli popülasyonlarının sürekli güvenliğinin, karşılıklı ekolojik etkileşimlerinin sağlanmasının ve yaşama alanlarının korunması ve geliştirilmesinin temeli atılmış olacaktır.
M. KEMAL YALINKILIÇ Prof. Dr., Doğa Koruma ve Milli Parklar Gnl. Mdr.
ÖNCEKİ HABER

Sahi, eğitim biz gençlere tanınan bir hak mı?

SONRAKİ HABER

Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü, Aydın Şimşek’in

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa