16 Mart 2010 00:00
GERÇEĞİN GÖZÜYLE
Bir gazeteci grubu ile Mersindeydik hafta sonu.TGCnin Konrad Adenauer Stiftung desteğinde düzenlediği...
Bir gazeteci grubu ile Mersindeydik hafta sonu.TGCnin Konrad Adenauer Stiftung desteğinde düzenlediği Yerel Medyada Hizmet İçi Eğitim seminerlerinden 54. süne katıldık. Oturumlarda gazetecilerin yanı sıra akademisyenler de yer aldılar, katkı verdiler. Bu toplantının belki de en belirgin özelliği TGC ile Gazeteciler Federasyonu arasında yeşeren ve gün geçtikçe daha da güçlenen işbirliğinin yerel basın emekçileri üzerindeki olumlu etkisiydi. Böl yönet, korkut, sindir yöntemi ile Anadolu ve Trakya bölgelerinde yerel gazete çalışanlarını birbirine düşüren, birlikteliğini bozan, örgütlenmenin genişlemesinin kendilerine güç kaybettireceğinden korkan kimileri, bu toplantıda da açıkça görüldü ki, kendi kısır siyasetleri ile bir başlarına kalmışlardır. Mersinde; Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Atilla Sertel ile TGC Başkanı Orhan Erinci aynı karede görmek, dinlemek, yerel basın emekçileri için meslek adına geleceğe dönük umutların da artmasını sağladı. Katılımın hem nitelik hem nicelik açısından büyüklüğü de bunun göstergesiydi kanımca.
Mersin buluşması 12 Mart 1971in yıldönümüne rastladı. Gazetecileri özellikle de genç gazeteci adaylarını dinlerken bir yandan 12 Mart günlerinin belleğimde tazeliğini koruyan bazı anıları bir film şeridi gibi yol alıyordu kafamın içinde. Eğer yetiştikleri aile ortamı bilinçlendirmediyse, bu çocuklara 12 Martın o karanlık günleri ne söyleyebilir ki diye geçirdim içimden. Bilim yuvası olması gereken üniversitelerde bile yakın tarihimiz öğrencilere resmi tarihin anlatısı dışında verilemiyor, tartışılamıyorsa, 1982 Anayasası ve ceza yasaları cuntacıları koruyor ama dönemin mağdurlarından söz edilmesini yasaklıyorsa, toplum belleği iletişim aygıtlarındaki onca gelişmeye karşın hâlâ sağırsa bu çocuklara ne anlatılabilirdi. Sivilleşme yolunda önemli adımlarına tanık olduğumuz AKPnin demokratikleşme anlayışının giderek dinsel ağırlıklı bir ülke düşüne dönüşmesine acımalı mıyız? Her sözünde millete gitmekten, millete sığınmaktan söz eden AKP yöneticilerinin, millet kavramına bir açıklık getirme borçları yok mu? Emekçiyi, işsizi, dar gelirliyi, memuru, kadını, çocuk haklarını, sendikacıyı, basın emekçisini görmezden gelen, sorunlarına eğilme gereksinimi duymayanların millet sözcüğü kimleri içeriyor dersiniz? Türk aile yapısını nasıl anlatacaksınız gençlere? Ya cinsiyet ayrımcılığını? Demokratikleşmeden söz edebilecek kişilerin önce kendilerinin demokrat olması gerek. Demokrat da öyle lafla olunmuyor. Beyinde başlıyor. Irk, din, milliyet, cinsiyet ayırmaksızın insana saygıyla, insana sevgiyle gelişiyor. Bilgiyle büyüyor. Yani kocaman bir yürek ve emek istiyor.
Mersinde koca salonu dolduran kızlı erkekli genç gazeteci adaylarına bunları anlatmadım elbette. Onlara dilimin döndüğünce medyanın da devlet diline, sermayeye yaslanmaktan hiç kurtulamadığını anlattım. Gazetecilerin pek çoğunun gönlünde yatan siyaset ateşini de. Demirelin ünlü Dün dündür bugün bugündür sözünü nice gazetecinin kolayca benimsediğini, yazılarıyla, çelişik tutumlarıyla bunu tarihe belgelediklerinden de söz ettim.Ah unutuluş !
Ve sevinç. O yirmili yaşlardaki kızlar, erkekler arasında emeğin kutsallığına inanan Evrensel, BirGün gibi gazeteleri okuyan, her söyleneni tartışmadan, sorgulamadan geçmeyen gazeteci adayları ile buluşmaktan daha keyifli ne olabilirdi benim için Mersinde...
TURGAY OLCAYTO