25 Mart 2010 00:00

Amaç aza razı etmek

Diyarbakır’da yüz binlerce kişiye hitap eden kapatılan DTP’nin siyasi yasaklı Eş Genel Başkanı Ahmet Türk’le Newroz’u...

Paylaş

Diyarbakır’da yüz binlerce kişiye hitap eden kapatılan DTP’nin siyasi yasaklı Eş Genel Başkanı Ahmet Türk’le Newroz’u, hükümetin açılımını, Kürt siyasetine operasyonları ve Anayasa reform paketini görüştük.

DTP’nin kapatılması, siyaset yasağı, yöneticilerinizin tutuklanması. Sonra Avrupa’da Roj TV’yi de içine alan operasyonlar. Ve ardından Newroz kutlaması. Tabloyu nasıl görüyorsunuz?
Kürt halkının barış ve demokrasi mücadelesini sürdüren, çok önemli katkılar sunmuş siyasetçilerimize yöneldiklerini görüyoruz. Buradan baktığımızda devletin veya hükümetin gerçekten Kürt sorununu çözmek gibi bir niyetinin olmadığını görüyoruz. Evet, bazı şeyleri değiştirip Kürtleri susturmaya, açılımın içini boşaltarak Kürtleri bir noktaya getirmeye çalışıyor. Gerçekten de, Kürtleri, belki de bu yaklaşım biçimiyle öfkelendirecek bir sürece yuvarlamaya çalışıyor.
Tabii, bu tartışmalar olurken, Kürtler hiçbir zaman bu açılım sürecini bitiren taraf olmak istemiyor. Belki de Newroz’un en büyük mesajı bu idi. Biz varız. Hak ve özgürlüklerimiz için meydanlardayız. Bunun için direneceğiz ama barışın önünü kapatacak bir duruşu ve durumu ortaya çıkarmayacağız. Yine sabırla bekleyeceğiz mesajı vardı burada.
Ama açılım yerine tasfiyeyi esas alan bir mantığın yürütüldüğünü görüyoruz. Zaman zaman söylediğimiz gibi “Artık cin şişeden çıkmıştır”. Eski inkarcı bir mantıkla artık Kürtleri yönetemezsiniz. Tüm bu olumsuz yaklaşıma rağmen, açılımın söylemin içi boş olmasına rağmen, biz bu tartışmaların, sürecin daha doğru bir noktaya evrilmesi konusunda ilk adımlar olmasını yine de görmek istiyoruz.

Bu Newroz’un diğer Newrozlardan farkı nedir?
Tabii, halkımız en olumsuz koşullarda bile Newrozlara hep sahip çıkmıştır. Bu 2010 Newroz’unu Kürt sorununun çözüm Newroz’u olarak değerlendirdik. Kürtlerin Newroz Bayramı’yla birlikte çözüm konusundaki taleplerinin bundan sonra alanlara, siyasete taşınması konusunda bir başlangıç, bir bayram ve bu bayramın coşkusuyla bu mesajlarını Türkiye ve Dünya kamuoyuna taşıyacak, Kürt sorununun çözümüne katılacak bir Newroz olarak görüyor.

Bu çözümde neler var?
Her şeyden önce samimi bir yaklaşım, demokratik bir yaklaşım gerekiyor. Şimdi burada Kürt sorununu çözecek bir demokrasi kültürü oluşmamış. Eksik burada. Biz şunu diyoruz. Yani bu bir süreçtir, bir konjonktürdür, bu sürece uygun Kürtlerin taleplerini gündeme getirirler. Güven verici açılımları gündeme getirirler. Ki bunları gündeme getirirken, kısa, orta ve uzun vadede yapılması gerekenler var. Yasal değişiklikler olacak, anayasal güvenceler sağlanacak, Kürtlerin kendi topraklarında, kendilerini yönetecek, bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Burada, Kürtleri anlamadan, Kürtleri bir halk olarak kabul etmeden, o hakları içselleştirmeden, sorunları çözmek kolay değil. İşte, bugün Türkiye’de eksik olan bu. Muhalefette de, iktidarda da bu mantık var.

Kürtleri öfkelendirme girişimlerinden bahsettiniz. Keza Avrupa’da Roj TV’yi de kapsayan operasyonlar konusunda da bir ABD yetkilisi ‘PKK’yi yanlış yapmaya zorlamak’ tabirini kullandı. Neden öfkelendirmek isteniyor, ya da neden yanlış yapmaya zorlanıyor?
Tabii ki Kürt sorunu Ortadoğu’nun en önemli sorunudur. 4 devleti ilgilendiriyor. Ayrıca uluslararası boyutu olan bir sorundur. Uluslararası ilişkiler ve uluslar komplolar günümüz dünyasında çok yaşandı. Kürtler de bunu çok yaşadı. Şimdi çözüm tartışmaları olduğu sürede, farklı kesimlerin aracılığıyla başkalarının devreye girdiğini görüyoruz. Roj TV’nin kapatılması olayında Türkiye’nin zaman zaman talebi var. Arkadaşlarımızın tutuklanmasını ben sadece Belçika ya da Türkiye’ye bağlamıyorum. Uluslararası bir güç var. Kürtlerin üzerine giderek, Kürtlerin taleplerini minimize etmeye yönelik; işte Kürtlere ölümü göstererek, sıtmaya razı etmeye yönelik uluslararası bir çalışmanın bir yoğunlaşmanın olduğunu hissediyorum.

Uluslararası bir güç neden Kürtleri baskı altına almaya çalışıyor?
Şimdi ABD’nin Ortadoğu politikasını biliyoruz. ABD, Ortadoğu politikasını kontrol etmeyi istiyor. Bunu zaman zaman başardığını da görüyoruz. Özellikle Türkiye Kürtleri bu uluslar- arası komploların farkında olan bir halk. Bir de gerçekten Türkiye Kürtleri, sol devrimci bir gelenekten geliyor. Biraz da ABD, kendisiyle çok rahat uzlaşan, kendi kontrolünde olan bazı Kürt hareketlerinin, dinamiklerinin ortaya çıkmasını istiyor. Süreci bu dinamiklerle götürmek isteyen bir mantığa sahip. Bugün Ortadoğu AB’ye değil, tümüyle ABD’ye teslim edilmiş. Uluslararası bir anlaşma gibi görülüyor. İşte mesela ABD diyor ki, “Evet Kürtlerin hakları var ama PKK ile olmaz. Devleti destekliyoruz burada”…

Bu çözüm üretir mi?
Tabii ki değil. Yani eğer demokrasiye inanıyorsak, halkların mücadelesinin ortaya koyduğu bir gerçeği tersine çevirerek, bu gerçeği görmezlikten gelerek bir sonuç elde etmenin olanakları yok.

Türkiye’ye gelirsek, içerde ve dışarıdaki operasyonlar sürerken, siz iyi niyet ve güvenden bahsettiniz. Böyle bir gelişme söz konusu mu?
Ben, umutsuzluğu kendi insanlarıma taşımak istemiyorum. Güney Afrika’da bir taraftan bombalamalar, bir tarafta da görüşmeler oluyordu. İrlanda’da uzun süreler gizli diplomasi görüşmelerinin olduğunu ve yine o süreçte bombaların patladığını biliyoruz. Yani zaman zaman devletler gücünü göstererek, talepleri aşağıya çekmeye yönelik bir siyaset de güdebilirler. Böyle bir şey de var. Şimdi öyle bir noktaya getirip, belli noktalarda Kürtlerin yetinmesini sağlayacak bir yönelme de gelişebilir.

Sizce tam olarak ne yapılmaya çalışılıyor?
İşte onu çözemiyoruz. Yani gerçekten niyetlerini çözemiyoruz. Nasıl bir proje var? Kapalı; Kürtlere kapalı, Kürt siyasetçilerine kapalı.

Samimiyet derken bu kapalılığı mı kastediyorsunuz?
Tabi ki… Yoksa ben samimiyet dediğiniz şeyi sorgularım. Yani neyin samimiyeti. AKP, Kürt sorununda açılımdan söz etmeseydi belki oyu da düşmezdi. Bir getirisi olmadığı için. Ha bunlar bir şeyler yapmak için olabilir ama yeterli değildir. Yoksa Kürt sorununun açılımı gündeme getirirken, oyu artmıyordu ki. Diyelim ki yararlanmak için. Hayır, tam tersi. Diyelim ki Batı’da AKP’ye karşı da bir tepki de gelişti. MHP ve CHP çok güzel kullandı. Yani biraz mantıklı bakmak lazım.

Yani?
Yani burada demek ki, nasıl yapabiliriz, Kürtleri nasıl susturabiliriz, Kürt mücadelesinin şeyini nasıl tasfiye edebiliriz, işte bu tasfiye politikasını yürütürken, bazı iyileştirmeleri de yanına koyarak geçiştirelim diye bir mantık var diye düşünüyorum.

Bir taraftan açılım dillendiriliyor, diğer taraftan Kürt sorunu ayrı, terör ayrı gibi bir yaklaşım. Bir de açılımın ilk adımı olan Habur’dan geliş vardı sonraki adımlar durduruldu. Niye durduruldu?
Tabii ki, Habur olayı Kürtlerin barışa olan umudunu büyüttü. O umutla gelenleri halk bağrına bastı. Hem bir sahiplenme var, hem de bir sevinç. Tabii ki bu görüntü birilerini rahatsız edebilir ama Kürtler açısından gerçekten de süreci sahiplenme olarak değerlendirmek lazım.

Yani bu birilerini rahatsız etmek amaçlı değildi öyle mi?
Tabii ki… O gün de söyledik, bu ne bir zaferdir ne bir yenilgi. Ama sonuçta bir başlangıç, bir açılımın başlangıcının sahiplenmesi olarak görmek gerekir. Hem kendi insanını, hem açılımı sahiplenme… Tabii ki bu ürküttü hükümeti; Kürtlerin bu kadar yoğun Kandil’den, Habur’dan gelen çocuklarını sahiplenmesi onları ürküttü.

Neden ürküldü?
Türkiye’de başka dengeler var. Yani hükümet devlet demek değildir. Siyaset Türkiye’de her şey değildir. Siyasetçinin de bu güne kadar belki uğraşmak istemediği elit ve seçkin bir grup var. Veya halen vesayeti sürdüren bir askeri güç var. Hükümet, bütün bunları dengelemek gibi bir durumla da karşı karşıya. Yani biz bunları hesaplamadan her şeyi doğru yorumlayamayız. İşte yargının bugünkü durumunu, yüksek yargının durumu, askeri vesayetin Türkiye’de halen gücünü kaybetmemek için direnmesi; hatta darbelere, devleti ele geçirmeye yönelik politikalar... Şimdi böyle hassas bir süreçte Kürtlerin birden bire böyle bir coşkuyla insanlarına sahip çıkması bunları ürküttü.

Yani siz açılım sürecinin korkuya kurban gittiğini mi söylüyorsunuz?
Biraz o var. Niyet, belki böyle bir şey yapmaktır ama buna hazırlıklı değilseniz, korkuya da yenilirsiniz. Bu bir. İkincisi, tabii dengelere baktığımız zaman Türkiye’de, dengeler siyasetin her zaman doğru ortaya çıkmasını engelliyor. Bu dengeler söylediğim gibi, bir yargı bir de asker ayağı var. Siyaset ayağına baktığımda da öyle. Kürtler potansiyel bir tehlike.

Her üç kurum için de?
Evet. Onların korkusu haline dönüşmüş ve Kürt sorununu kullanmak da birileri için rant sağlayan bir durum. İşte MHP’nin, CHP’nin, bu sorunu çözmeye yaklaşma biçimi, çok farklı kesimlerin harekete geçmesine neden oluyor. Sivil toplum örgütlerinden tutun, bazı siyasi partilere kadar birçok kesimden, bu gelişmelerin önünü tıkamaya yönelik devreye girdiklerini görüyoruz.
Tabi kolay bir şey değil, Kürtlerin, taleplerinin gerçekleşmesi için, biraz da siyaseten de mutabakatın oluşması gerekir. Henüz o zemin de yakalanmış değil. Yani sol sosyal demokrat olduğunu söyleyen bir parti, Kürtlerin makul ve meşru taleplerinin karşısında duruyorsa, onu da düşünmek ve Türkiye üzerinde, süreçle ilgili gelişmeleri nasıl etkilediğini, görmek ve hesaplamak durumundayız.

Habur’dan gelişten sonra bu sorunun çözüme doğru gittiğine ve Meclis’te çözüleceğine dair bir umut belirlemişti. Ancak sonra DTP kapatıldı. Bahsettiğiniz dengeleri de göz önüne aldığımızda bu süreçte bir çözüm mümkün mü? Yoksa önümüzdeki seçimlerden sonraya mı kaldı?

Türkiye’nin önünde bir seçim var. Bir süre sonra Türkiye seçim atmosferine girecek. Kısa sürede çok köklü değişikliklerin bu mecliste çıkacağına inanmıyorum. Belki de bir sonraki seçime, bir başka bahara kalacak; mevcut konjonktür ve dengeler onu gösteriyor.

Kürt siyasetini tıkamadan bahsettiniz?
Bu tıkama girişimleri bugün başlamamış ki. Kürtlerin tarihi boyunca güçlerini, dengelerini, siyasetini eritmeye, bastırmaya yönelik bir mantık her zaman önde olmuştur. Yani nasıl bu süreci, Kürtleri aza razı ederiz gibi bir mantıkla bakılıyor meseleye. Halklar arasında, eşitlik adalet, özgürlük ve birlikte paylaşma, yaşama mantığı henüz oluşmuş değil.

Gelişmeler, çözümden ziyade aza razı etme mi?
Evet, biraz da budur. Süreci zamana yayma. Kürtleri kendi içinde tartıştırmaya ve çürütmeye yönelik bir mantığın çok önde olduğunu düşünüyorum.

MUHATTAPLIK KONUSUNDA TARTIŞMANIN ANLAMI YOK
Peki, muhataplık meselesi? Hükümet muhatap alacak kimse olmadığını söylüyor?
Zaten bu aslında tümden ipe un sermedir. Kürtler muhataplarını bugüne kadar hep belirlemiştir. Her açıdan belirlemiştir. Kürtler içinde böyle bir tartışma yoktur. Çünkü talepler konusunda bir farklılık yoktur. Talepler olduktan sonra bunu tartışmanın bir anlamı yok ki. Şimdi diyelim ki, PKK’nin talebiyle, DTP’nin talebi, Sivil toplum örgütlerin talebi ile PKK’nin talepleri arasında çok büyük farklılıklar olsa, dersiniz ki farklı güçler bu konuda anlaşamıyor. Böyle bir şey yok. Yani Kürt cephesinde bir sıkıntı yok ki. Dolayısıyla muhataplık konusunu tartışmanın bir anlamı yok. Aksine muhatap alacak, muhatap olacak kimse yok.

TMK VE SEÇİM BARAJI KALKMALI
Bir de sizin Newroz meydanında, sorunun çözümünde ilk adımlar olarak işaret ettiğiniz, TMK’nin, yüzde 10 barajının kaldırılması, Siyasi Partiler Yasası’nın değiştirilmesi gibi talepler var?
Yüzde 10 barajı, Siyasi Partiler Yasası, TMK için çoğunluk gerekmiyor. Bunlar düzenlenebilir. Kürtlerin 1500 siyasetçisi içerde. Kürtlerin önüne yüzde 10 barajını koyuyorsunuz, Kürtlerin iradesinin parlamentoya yansımasını engelliyorsunuz. Kürtler zorunlu olarak bağımsız adaylarla seçimlere giriyor, gerçekten o iradeyi yansıtacak bir sayı da oluşmuyor. Bunun üzerine tehdit ve denge üzerinde bizi yönetmeye kalkışıyorlar. ‘21 kişidir, iki kişiyi düşürelim sıkışsınlar, aman ondan sonra ürksünler seslerini kessinler. İşte nasıl olsa Ufuk Uras gelir…’ Böyle çok şey bir hesap yaptılar. Ha 20 kişi olunca bunlar hizaya gelir gibi bir mantıkla yaklaşılıyor. İşte bu, Kürtler üzerinde bir tehdittir. Yüzde 10 seçim barajı, grup kurup kurmama, grubu her zaman düşürme riskinde tutma… Bütün bunlar hep tehdittir.
Önce bu tehditleri ortadan kaldır. Kürtler düşüncesini özgürce ifade etsin. Bir TMY var. Kürt siyasetçisi tahliller yapıyor, tespitler yapıyor. Halkın taleplerini dile getirmeye çalışıyor. Ama TMY ile karşı karşıya geliyor. Partimiz böyle, sivil toplum örgütlerimiz böyle… Demokratik bir tartışma zeminini yaratmadan muazzam büyüklükteki bir Kürt sorununu çözerim demek çok da başarılı olmaz. Böyle bir açılım Kürtler tarafından çok da ciddiye alınmaz.

KÜRTLERE FARKLI BİR HUKUK UYGULANIYOR

DTP’nin kapatılması, tutuklanan çocuklar meselesini ilgilendiren yasal hazırlıklar var. Bu girişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi taş atan çocuklarla ilgili sorunu (Yasal düzenleme meselesini) hiçbir zaman gündeme getirmedik, taşımadık. Üzerinde de konuşmadık. Bu bir hukuksuzluktur çünkü. Yani mevcut hukuka uymayan bir durum aslında. Taş atan çocukları 10 yıl 15 yıl cezalandırmanın hiçbir mantığı yok. 18 yaşını, reşit olmayı kabul ediyorsunuz. Efendim eli kirliydi taş attığı belliydi, elinde limon vardı eyleme katılacak gibi bir mantıkla yaklaşma olmaz… Tam bir hukuksuzluk. Ama öbür taraftan, bırakın küçükleri, 18 yaşın üstündekiler var. İzmir’de taşlarla, sopalarla, baltalarla bize saldırıldı. Onlara dava bile açılmadı. Genel merkez otobüsümüze, 5 sefer saldırıldı, camları kırıldı. Peki bir partinin genel merkezine taş atana, kurşunlayana bir işlem yapıldı mı? Meseleyi çocuklar taş attıya getirmemek lazım. Kürtlere farklı bir hukuk, Kürt değilse, Kürtlere taş attıysa farklı bir hukuk, farklı bir anlayış var, asıl bunu sorgulamamız lazım. Kürtlere taş attığınızda suç yok. Ama Kürt çocuklar, ya da Kürt insanı taş attığında (Ki taş atmayı da tasvip ettiğim sanılmasın) onlarca yıl ceza. Bu farklı yaklaşıma, ikili hukuka karşı çıkmak lazım. İkili yargıyı anlayışını mahkum etmemiz gerekiyor.
Hüseyin Deniz
ÖNCEKİ HABER

SiYANURCULERiN VEKiLLERi KiM?

SONRAKİ HABER

zama zingo

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...