26 Mart 2010 00:00
GERÇEK
Dün gazetemizde İSDEMİRde olup bitenlerle ilgili haber, adeta bir ibret belgesidir.
Dün gazetemizde İSDEMİRde olup bitenlerle ilgili haber, adeta bir ibret belgesidir.
Bekir Soylu ve Turan Kazancını yaptığı haber aslında tek bir habere sığmayacak kadar önemli gelişmeleri haber veriyor. Krizin yükü işçinin sırtına nasıl yıkılıyor; işçiler üstünden nasıl çok yönlü ve sınırsız bir sömürü yapılıyor; sendika-patron işbirliğinin nasıl rezil bir şey olduğu gibi pek çok konu bu haberde başarılı bir biçimde birleştirilmiş.
Evet; patron 2009 1 Mayısından 2010 Ekimine kadar TİSin kaldırılması ve işçi ücretlerinden yüzde 35 kesintiyi amaçlayan bir sendika için utanç ve ihanet uzlaşması olacak uzlaşmanın ekimden sonra da devam edeceğini söylüyor ama sendikacılar yok öyle bir şey demiyor. İş yerinde daha çok baskı ve daha çok çalışma için her yol deneniyor; işçiler sokağa atılıyor. Ama sendika baskılar ve aşırı çalışmaya ses çıkarmadığı gibi, Atılan işçileri biz attırıyoruz diye övünüyor. İşyerinde taşeronlaşma başlatılmış ve üretimin kalbi olan çelikhaneden başlanarak taşeronlaştırılıyor ama sendika bunu görmezden duymazdan geliyor. Ve nihayet çalışanlara ait olan işletmenin yüzde 11lik bölümünün de özelleştirilerek (Bir özel firmaya devredilerek) yutulacağı anlaşılmaktır ki; sendika bu oyunda da patronların işbirlikçileridir.
Evet, patrondur; esnek çalışmayı da en vicdansız biçimde uygular, sömürüyü de katmerlendirir, baskı, hatta şiddeti de kullanmaktan geri kalamaz, akla gelen gelmeyen her şeyi yapmak ister.
Ve bütün bunları yapsa bile; Patrondur, fırsatını bulursa fazlasını da yapar! der geçerdik. Ama Çelik-İşin yöneticileri ki; o kendilerini bir elleri yağda öteki balda yaşatan ücretlerin işçilerin alın terinden, onların verdiği aidatlardan almaktadırlar. Dahası işçiye hizmet için seçilmişlerdir, ama onlar; patronlar ne yapıyorsa; hangi emek düşmanı, işçi düşmanı kararı alıyorsa orada Çelik-İş yöneticileri de bulunmaktadır. Ve bu yöneticiler daha önce işçi eylemlerinde de olduğu gibi, işçilerin hakları için giriştikleri eylemlerde patronlarla ve güvenlik güçleriyle birlikte davranmışlardır.
Ve bütün rezilliklere karşın bu kişiler hâlâ sendikal camiada sendikacı namıyla dolaşabilmektedirler.
Üstelik Hak-İşe bağlı Çelik-İş yöneticileri yalnız da değil. Türk-İşe bağlı Türk Metal ve DİSKe bağlı Lastik-İşin* yöneticileri de benzer davranışlar sergilemişler; patronlarla işbirliği yaparak işçi atma ve öteki pek çok işçi düşmanı eylemi yapmışlarıdır. Ne var ki; ne bu sendikaların bağlı olduğu konfederasyonlar ne de genel olarak sendikal camia onlar karşısında bir tutum almamıştır. Burada; sendikaların İiç işlerine karışmama ilkesi savunulabilir mi? Kaldı ki artık böylesi mutlak anlamda bir İç işlere karışmamayı devletler bile yapmıyor.
Elbette ki bu türden kişileri sendikal camiada barındırmamak işçilerin, o sendikaların üyelerinin yükümlülüğündedir. Ama bunun o kadar kolay olmadığını, patronla böylesi işçi düşmanlığı tartışılmaz bir biçimde açığa çıkmış sendikacıyı sendikanın tepesinden alaşağı edecek bir gücü oluşturmanın çok güç olduğunu sendikacılar herkesten iyi bilir.
Bu yüzden de bu tür işçi düşmanlığını açıkça yapan ar damarı çatlamış sendikacılara karşı bir sınıf vicdanı olmalı; az çok hâlâ sınıf, işçi hakkı kaygısı duyan sendikacılar bu türden sendikacıların rezilliklerine göz yummamalı, onlara karşı sendikal camia içinde barınma imkanı tanımayan bir tutum geliştirmenin yollarını bulmak zorundadırlar. Çünkü bunlar sadece kendi başlarında oldukları sendikalara ve işçilere değil; tüm işçi sınıfının, hatta toplumun gözünde sendikaların ve sendikacılığın itibarını ayaklar altına atmaktadırlar. Ve bunlar, sendikal camianın vicdanında mahkum edilmelidir.
(*) Elbette bu sendikalar içinde de yöneticilerinin bu ağır ihanetlerine ortak olmayan sendikacılar vardır ve sözümüz onlara değildir. Ama onların da azınlık olmaları, sessizliklerini sürdürmelerinin bir mazereti olamaz.
İ. Sabri Durmaz