2 Nisan 2010 01:00
ÖZGÜRCE
Bu yazının yazıldığı saatlerde TEKEL işçileri Ankaraya, yani Türkiyenin başkentine alınmıyordu. Ankaradaki emekçiler ise Sakarya Meydanına sokulmuyordu. Yani devlet, Ankaranın hem girişini hem de merkezini abluka altına almış, Ankarayı işçilere yasaklamıştı.
Amaç; ekmek mücadelesi veren işçileri engellemek yani ekmekleri ellerinden alınırken onları susturmaktı. Hem de en sert polisiye tedbirlerle, tıpkı 12 Mart, tıpkı 12 Eylülde olduğu gibi
AKP iktidarının demokrasi teranesiyle Anayasayı değiştirmeye çalıştığı bu günlerde Ankarada yaşanan abluka, aslında AKPnin demokrasi anlayışını da ayan beyan ortaya koyuyor.
AKPnin, ekmeğinin kavgasını veren işçiye, emekçiye karşı olabilecek en antidemokratik yöntemlerle müdahale ederken demokrasiden söz etmesi tamamen mesnetsiz bir yaklaşım değildir. Sermayenin temsilciliğini yapan AKPnin demokrasi anlayışı liberal demokrasi anlayışının özüne uygundur. 19. Yüzyılın ortalarında başlayan işçi sınıfı mücadeleleri liberal demokrasi anlayışını biraz olsun insanileştirmeden önce tam da bugün AKPnin uyguladığı demokrasi anlayışı hakimdir. Yani, emekçiyi sınırsızca sömürmek serbest, ekmek istemek suçtur(!)
Evet, bugün AKP, 19. yüzyılın ilk yarısındaki yani daha işçi sınıfı bilincinin tam olarak oluşmadığı ve sınıf mücadelelerinin başlamadığı ya da işçi sınıfının silah zoruyla susturulduğu darbe dönemlerindeki demokrasi anlayışına sahiptir. Ve elindeki iktidar gücünü de kullanarak bu anlayışı hakim hale getirmeye çalışmaktadır.
Peki, AKP iktidarı işçilerin sınıf bilincine ulaşamadığı ya da silah zoruyla baskılandığı dönemlerin demokrasi anlayışını hakim kılmaya çalışırken işçi sınıfı ne yapıyor?
Öyle ya bugün ne 19. yüzyılın ilk yarısındaki kadar bilinçsiz bir işçi sınıfı var ne de işçilerin üzerinde açık bir darbe baskısı bulunuyor. O halde AKP, emekçileri böylesine yok sayan bir yaklaşımı hangi cesaretle sergiliyor?
Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki özellikle 1970lerden buyana uygulanan üretim sistemleri ve buna bağlı olarak yaratılan tüketim kültürü işçi sınıfının kendi içerisinde suni olarak ayrışmasına neden olmuş ve sınıfsal bir bütünlük oluşturması engellenmiştir. Bunun yanı sıra Türkiyede özellikle 12 Eylül darbesinin örgütlü sınıf mücadelesini darmadağın etmesi ve aradan geçen 30 yılda halen sınıf mücadelesini yürütecek siyasal örgütlenmelerin toparlanamaması da AKPye cesaret veren diğer bir etkendir.
Ancak bunların hem nedeni hem de sonucu olarak emekçiler ve özellikle de sendikal yapılar sınıf ideolojisinden uzaklaşmış ve kendi kafalarında ekmek mücadelesini ablukaya almıştır. Dolayısıyla emekçiler ve onların örgütleri sermayenin ve siyasi iktidarın ablukasından önce kendileri mücadeleden uzak durmaktadır. Böylece emekçiler tarafından yeterince sahiplenilmeyen sendikalar, sermaye ve siyasi iktidarlarla uzlaşı içinde emekçilerin kazanımlarının yok edilmesine seyirci kalmakta ve hatta bazen ortak olmaktadır. Emekçilerin örgütlenmeleri ve mücadeleyi sahiplenmemesiyle işçi sınıfının gücünü gösterememesi de yine AKPyi emekçileri yok sayma konusunda cesaretlendirmiştir.
AKPyi emek karşıtı yaklaşımında cesaretlendiren etkenler 78 günlük TEKEL direnişi sırasında büyük ölçüde sarsılmıştır. AKPyi yedi buçuk yıllık iktidarında hiç olmadığı kadar sarsan TEKEL direnişi, AKPnin adeta kabusu olmuştur. 1 Nisanda bu kabusu yeniden yaşamaktan korkan AKP, gerçek demokrasi anlayışı açığa çıkması pahasına TEKEL işçilerini engellemeye çalışmaktadır.
TEKEL işçisi 78 günlük direnişinde ve daha sonrasında emekçilere sınıf olduklarını ve ancak sınıf bilinciyle hareket edildiğinde kazanılabileceğini hatırlatmışlardır. TEKEL işçisinin direnişin bundan sonraki aşamalarında da aynı kararlı ve tutarlı sınıf tavrını göstermeye devam edeceğine kuşku yoktur. Umarız ki tüm emekçiler ve özellikle sendikalar TEKEL işçisinin hatırlattığı değerlere sahip çıkarlar. Zira sadece TEKEL işçisinin değil, Türkiyedeki diğer tüm emekçilerin işi, aşı ve ekmeği TEKEL direnişinin büyütülmesi ve tüm emekçilerinin direnişi haline dönüştürülebilmesine bağlıdır.
ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU
Evrensel'i Takip Et