04 Nisan 2010 00:00

Yabancı olduk şimdi…

“Büyük” sözcüğünü kullanmanın küçüklük olduğu düşünüldüğünden olsa gerek, derbi dedikleri karşılaşmalardan GS ile FB arasındaki oynanırken, “Anadolu’nun sen yüce bir dağısın” denilen Ilgaz Dağı’nın güzel doruklarında katıldığım bir tanıtım toplantısından Ankara’ya dönüyordum.

Paylaş
“Büyük” sözcüğünü kullanmanın küçüklük olduğu düşünüldüğünden olsa gerek, derbi dedikleri karşılaşmalardan GS ile FB arasındaki oynanırken, “Anadolu’nun sen yüce bir dağısın” denilen Ilgaz Dağı’nın güzel doruklarında katıldığım bir tanıtım toplantısından Ankara’ya dönüyordum. Yolda olmak yerine evde olsaydım, oturup bu büyük(!) karşılaşmayı izleyecek de değildim. Çünkü, öyle bir olanağım yoktu. Büyük olasılıkla radyodan dinleyecek, bir yandan da yazılarımla uğraşacaktım. Ama bir bölümü tarlaya dönmüş Çankırı- Ankara arasındaki yolda, yoldan da kötü bir sürücünün kullandığı eskimeye yüz tutmuş bir taşıtla hoplaya zıplaya, dura kalka Ankara’ya uçuyorduk. Karanlık ve ıslak havada düşüncelerim aldı beni, Leo Franco’ya dek götürdü. Cimbom’un aslan kalecisi Leo Franco’ya... Öncekinden, yani Fransız De Sanctis’ten üstün ne gibi özelliği ve de güzelliği olduğunu düşündüm. Hani onu gönderip bunu almayı gerektiren ne gibi bir çokluğu olduğunu... Hele de her ikisinin yedekliğinden bir türlü kurtulamayan Aykut’tan... Ve de Aykut’un, hem yedeği olan hem de yedeklik yaptığı Orkun’dan...Şöyle bakınca, yok aslında birbirlerinden bir üstünlükleri; ama birilerinin var bir yabancılıkları. Yabancılıklarının da daha yüksek ederi kuşkusuz. Getiri az ama götürü çok.Aslan takımın aslan kalecisi Leo Franco’yu düşünmem boşuna değilmiş meğer. Benim onu düşündüğüm anlarda, benim onu düşündüğüm gibi o da başkasını; belki de beni düşünüyormuş ki, tutması gereken bir topu tutamamış, olması gereken de oluvermiş. Karısının bokçu olarak nitelendirdiği adam, Franco’nun bok çuvalı gibi düştüğünü söylese de, o bir tangocu inceliğiyle uzanmış topa ve tutması gerekirken tutamamış. Böylece hem bir kanaryayı kahraman yapmış, hem de başta kendi takımı olmak üzere başka takımlara hapı yutturmuş. O hap daha nelere neden olacak ilerleyen günlerde, önümüze bakıp göreceğiz artık. Beni Leo’ya dek alıp götüren düşünce, Ilgaz’ın yaklaşık 2 bin metre yüksekliğinde, ara sıra esen yelin etkisiyle bir türkü tutturan o görkemli çam ağaçlarının arasında kalmış, kıyısından köşesinden eriyip giden kar kümeleri ve bütün bunların ortaklaşa beslediği o güzelim havada, çekinmeden yabancılaşmaya yelken açılmasıydı. Anlayacağız, aslan Leo karlı tepelerdeki yabancılaşmanın yeşil alanlardaki uzantısıydı. Ilgaz’ın olanca güzelliğinde mountain resort yabancılaşması içinde fitnes salonları, paintball oyunları tanıtılıyordu. Onlar dillerini bozdukça benim de ağzım bozuluyordu ve kendi ülkemde yabancı bir dille yaşamak zorunda bırakıldığımı haykırıyordum. Bu toprağın dilleri kullanılmazken, elin dilinin yerleştirilmesine ve buna ses çıkarmayanlara kızıyordum. İngilizce bilmeden İngilizce konuşmanın mutluluğunda olanlar, tanımak ve tanıtmak amacıyla gittiğim Ilgaz’ın yedi gününü, ya alacaksın ya alacaksın gibi bir zorlamayla ve anlamsız bir eder karşılığında satmaya çalışıyorlardı. Onlar bize yedi günü otuz sekiz sene süreyle satmaya çalışıyor, biz onlara anadillerini öğretmeye çabalıyorduk. Bu çabalama içinde Ilgaz’ın eşsiz güzelliğine eşdeğer bir öneride bulundu eşim ve “paintbal” un boyamaca olduğunu söyledi. Satış yapabilme uğruna benden çok sevinmiş göründüler bu öneriye. İşte bu dil bozukluğuydu beni, Ilgaz’ın dorukları yerine Ali Sami Yen’in bozukluklarına götüren. Öyle bir yerleşti ki bu yabancı düşkünlüğü... Dur durak bilmez, sınır tanımaz oldu. Vatan Yazarı Tayfun Bayındır da bu sınırını zorlayanlardandı. “Hattini Bildirdi” başlıklı yazısını okurken, Hattini diye bir yabancının daha yaşamımıza girdiğini düşündüm ve irkildim. Trapottini, Maldini, Angelotti, Habibi gibi geldi bana. Yazının içinde “Artık ‘hattini’ bilerek oynuyor ve oynatıyorlar” dediğini görünce, o hattininin bu Hattini olmadığını; haddini olması gerektiğini anladım neyse ki. Ama irkilmem yine de geçmedi, yer değiştirdi salt. Bir yabancıdan kurtulup bir başka yabancının; hem de yanlışın içine düştü. Görünen o ki, demokratik açılım hapçıkları yutturularak iyice yabancılaştırılıyoruz birbirimize; istesek de dönemeyeceğiz eski günlerimize. Umarım, kısa bir süre yazıştığım Alp Can’ın o güzel hoşgörüsüyle karşılanıyordur eleştirim. Kitabımı okuduğunu söyleyen Can, “Bir kısım yazarlarımız da bu eleştirilerden nasibini haklı olarak almıştı” diyerek, hoşgörüsünü göstermişti. Işıklar içinde yatsın!..
Üstün Yıldırım
ÖNCEKİ HABER

Oyuncak dükkanında kadının yeri

SONRAKİ HABER

Gözbebeğimiz, dünya derbimiz(!)

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa