04 Nisan 2010 00:00

MİRAZ BEZAR:Bu sistem içinde hepimiz mağduruz

Altın Portakal Film Festivali Ulusal Yarışması Kürtçesiz yapılmıştı. Milyonlarca Kürdün yaşadığı topraklardaki bir festivale yasaklıydı Kürtçe. İlk defa 46.sında, yani geçtiğimiz sene Min Dît (Ben Gördüm)’e nasip olacaktı yarışmak.

Paylaş
Altın Portakal Film Festivali Ulusal Yarışması Kürtçesiz yapılmıştı. Milyonlarca Kürdün yaşadığı topraklardaki bir festivale yasaklıydı Kürtçe. İlk defa 46.sında, yani geçtiğimiz sene Min Dît (Ben Gördüm)’e nasip olacaktı yarışmak. Pek çokları bu ilkin sadece açılımın alametifarikası olduğunu düşünecek ama önyargısız izleyenler Min Dît’in sinemasal olarak yarışmayı fazlasıyla hak ettiğini görecekti. Altın Portakal adayları arasında yer alsa da, vizyona girme şansı verilmiyordu Min Dît’e. Tek sorun Kürtçe olması değildi. Min Dît Doğu’daki siyasi cinayetlerin faillerinin hiç de meçhul olmadığını söylüyor, varlığı inkar edilen JİTEM’i işaret ediyordu. Nedenlerini sorgulamadığımız her sorunun şiddeti, yaşanan travmaları gelecek kuşaklara aktardığını, annesini babasını yitirip sokakta yaşamaya başlayan iki kardeşin, Gülistan’ın ve Fırat’ın yaşamı üzerinden aktarıyordu. Bu hafta hikayesini anlattığı coğrafyada vizyona giren Min Dît, bir ay sonra İstanbul’a gelecek. Almanya’da yaşayan Yönetmen Miraz Bezar biraz da “uzakta” olmanın cesareti ve rahatlığıyla eğip bükmeden başarıyla anlatıyor hikayesini. Gerçek, mağdur ettiği insanların yüzlerinde bir şamar gibi şaklasın diye…Min Dît açılım tartışmaları içinde vizyona giriyor. Ama senin bu filmi çekmeye karar verdiğinde çok daha katı tartışılan bir konuydu Kürt meselesi… Kendime oto sansür uygulamadım. “Böyle çekersem bu kesinlikle vizyon alamaz” diye düşünseydim oraya JİTEM’in ismini koymazdım, bazı şeyleri sert ve direkt anlatmazdım. Biraz daha özgürce düşünüp konuşabildiğim bir ortamdan gelmemin etkisi var, “Başka bir yoldan anlatayım da kimse bir şey diyemesin” demedim. Diyarbakır da bana cesaret verdi. Çünkü orada bir Kürt hayatı yaşanıyor. Orada meseleler böyle konuşuluyor zaten. Dolayısıyla olduğu gibi anlatmalısınız, çünkü bir kere yapacaksınız. Üstelik ben buradaki piyasadan olmadığımdan kaybedecek bir şeyim de yok. Neden illa şimdi anlatmak gerekiyordu Miraz Bezar’a göre?12 Eylül’ü 30 yıl sonra tartışıyoruz, o zaman işe yaramıyor ki. Şu anda mağdurlar varken, acılarını dile getiremezlerken, yani şimdi anlatmak lazım. Ve doğru anlatmak, ismini koymak ve riski almak lazım. Bugün burada vizyona girmez, 10 sene sonra girer. Yol’un başına gelen gibi. Ama sonunda doğru yapmış oluyorsunuz. Film bittiği zaman aslında hayatın içinde yeni başlamış oluyor. Eğer bunlar yaşanmışsa, failler de mağdurlar da varsa, bunu daha da dillendirip, adını koyup “Neden yaşandı onlar?” diye tartışmalıyız. En büyük sorun, hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmek. Konuşmadığımız şeyler gelecek nesillere taşınıyor çünkü. ŞİDDETİ BUGÜN İŞLEMEZSEK TRAVMALAR BİTMEZŞiddetin gelecek kuşaklara taşınması filmin ana sorununu oluşturuyor diyebilir miyiz?Evet, filmin ana konularından bir şiddetin tarihi. Filmin başındaki yaşlı adamın hayatı bitmek üzere, o asırlardır sırtında taşıdığı yükü gelecek nesle devrediyor. Gelecek de Gülistan’ın hikayesi. Şiddetin tarihini bugün iyi işlemezsek, travmalar bitmez. Bugün çocuklar hapishanelerde, ceza yiyor. Absürd bir yargılama sistemimiz var. Bu çocuklar yarın bir gün çıktığında onları kim kucaklayacak? Toplumsal hatanın bilincine varmak lazım. Filistin’deki bir çocuk ne kadar haklıysa taş atmakta, Kürt bir çocuk da haklı. Bu empatiyi Türkiye’de herkes kurmalı ki o çocukları kucaklayalım. İnsanların dünyaları sistemin yarattığı yalanlar üzerine kuruluyor. Bu yalanlar çocukluğumuzdan beri çok iyi inşa ediliyor. Yalanlarla kurulmuş sistemin yalanlarını ifşa etmek mi yapmaya çalıştığın?Argümanlar için yalan sütunları kurulmuş. Bir sütun kırılınca onun yerine başka bir şey konuyor, belki yamalı duruyor ama işe yarıyor. “Kürtler aslında dağ Türkü’dür” sütunu konur, onun yalan olduğu anlaşılınca, “aslında Kürtler vardı ama..” diye başlayan bir yama yapıyorsunuz. Düzen hâlâ yerinde duruyor. Benim bu filmde yapmak istediğim o sütunun bir parçasını kırmak… Mümkün olan çok fazla sütun kırılsın ki, o yalan üzerine kurulu dünya çöksün ki yerine doğru olduğuna inandığımız şeyler inşa edelim. KİMSE SİYAH YA DA BEYAZ DEĞİLÇocuklarının gözünün önünde anne-babasını öldüren JİTEM’ci kendi evinde çocuğuna şefkatle yaklaşabiliyor. Bu karakteri böyle çizerken ne demek istiyorsun?Kimse siyah-beyaz yaşamıyor. Vicdansızlar da belirli bir aşamada vicdan gösterebiliyorlar. Bizi biz yapan yaşadığımız ortamdır. Türkiye’deki insanların belirli psikolojik bozukluğu var .Bu da bizim için inşa edilen şoven, milliyetçi dünya yüzünden. İyiler ve kötüler öyle basit ayrılamaz. JİTEM’ciyi kötü gösterdiğiniz zaman elinize bir şey geçmiyor ki. Çünkü ben şuna inanıyorum; hepimiz bu sistem içinde mağduruz. Katil de mi?O da. Bir kere katilleştirilmiş, vicdansızlaştırılmış bir insan. KÖŞEYE SIKIŞTIRILAN TAŞ ATARAnnesini babasını kaybeden çocuklar fırsat bulmalarına rağmen katile “anladığı dilden” yanıt vermiyor… Şiddetin devam etmesini istemiyorsan, mağdur olan taraf olarak farklı yöntemler de aramalısın. Benim için taş atmak da bir yöntem, üstelik sağlıklı bulduğum bir yöntem. Eğer köşeye sıkıştırılmışsanız, sahipsizseniz sapanla ya da elle taş atarsınız. Ama ben Miraz Bezar olarak bunu geleceğim için çözüm olarak görmüyorum. Taş atmak sonuç itibariyle bir çaresizlik ifadesi olduğu için mi? Evet, filmde de bu çaresizliği anlatıyorum. Katille karşılaşan oğlan altına işiyor, içine kapanıyor. Kürtlerde çok fazla görürsünüz, ezilmişliğin getirdiği kimliksizlik, kendine güvensizlik… Gülistan, fırsatını bulduğunda katili öldürseydi de haksız olmazdı ama biz onu katilleştirmiş olurduk, sistemin yaptığı gibi…Şiddete başvurmadan da intikam alınabilir yani..Evet, öcümüzü akıllıca davranarak da alabiliriz. Belki bu film doksanların başında çekilseydi ben de çocuğa katili vurdurtabilirdim. Ben de çaresizlikten şiddeti onaylayan bir şey yapabilirdim. Sistem her yöntemi kullanıyorsa biz de çok zengin yöntemler geliştirmeliyiz. İKNA ETMEK ZOR ÇÜNKÜ DEĞERLER DARMADAĞIN OLACAKSen peki bu kadar barışçıl ve karşı tarafın kolaylıkla empati kurabileceği bir dille hikayeni anlatmana rağmen anlaşılamamaktan, hatta istemediğin bir noktaya çekilmekten tedirgin misin?En doğrusu tartışılması ama “Senin gibi düşünmüyorum ve seni yok etmek istiyorum” şekline dönüşmemeli. Aşırı milliyetçi bir insan ne der? “Böyle şeyler yaşanmadı, sen yalan söylüyorsun, bu bir propaganda filmi, hatta sen de PKK’lısın”. Bunu söylemek zorunda çünkü onun dünyası bu yalanlar üzerine kurulu. “Senin verdiğin vergilerle bir kurum kuruluyor ve bu kurum yargısız infaz yapıyor, sen finanse ediyorsun o katili, senin paranla insan öldürüyor” . Bunlara ikna olmak zor, çünkü değerleriniz darmadağın oluyor. BİR TAŞIN TOPRAĞIN İSMİDİR KÜRDİSTANFilmde çocukların “Nerede benim güzel Kürdistan’ım” şeklinde sözleri olan şarkıyı söylemeleri yine tartışılacak konulardan biri gibi görünüyor. Ne ifade ediyor sana Kürdistan?Kürdistan kelimesini duyduğu anda benim gırtlağıma sarılabilecek insanlar, kutsal dedikleri toprakların bir kısmının ellerinden alınmasıyla bağdaştırıyorlar bu kelimeyi. Ama bilsinler ki bundan 100 sene evvel, Osmanlı haritalarında orası Kürdistan olarak geçiyordu. Bir taşın, toprağın ismidir Kürdistan. Korkulacak başka bir Kürdistan inşasını kastetmediğimi bilsinler. Benim için ne ifade ediyor; benim annem ve babamın geldiği toprakların ismi odur. Nasıl Akdeniz, Karadeniz varsa, orası da Kürdistan bölgesidir. Senaryoda o şarkı yoktu, o gece çocuklar o şarkıyı söylemek istediler. Ben de “evet” dedim, çünkü o çocukların dünyasını anlatan en iyi parçaydı. Yersiz, yurtsuz, kimliksiz büyüyen, gelecekleri hemen hemen hiçbir şey vaadetmeyen bir gençliğin portresiydi. O gençlik yaşadığı ülkeyi benimsemiyor, devlet olarak karşısına çıkanı düşman olarak görüyor. Kafasında başka yerleri memleketi olarak kuruyor.Neden Kürdistan kelimesine, çocukların söyledikleri şarkıya kızıyorlar? Çünkü o çocuğun söylediğini gerçekleştirebilirsek Türkiye’de –mesela desantralizasyon ya da onun gibi bir şeyle- o tek millet, tek bayrak gibi kalıplarının dışına çıkmak zorunda kalacak. “O” kendi dünyası değişeceğine Kürt çocuğunun dünyası olduğu gibi kalsın istiyor, ondan kızıyor şarkıya.
PARA BEKLEYECEK ZAMAN YOKTU Min Dit’in senaryosunu Diyarbakır’da yazdınız değil mi? Berlin’den yazmak istemedim. Gerçi biliyorum faili meçhulleri, psikolojik savaşı, yaşanan trajedileri… ama Diyarbakır’a gidip, insanlarla konuşmak, oranın kokusunu hissetmek farklı. Doktor dayım ve eşi Evrim Alataş kısa süre evvel Diyarbakır’a taşınmışlardı. Evrim’le beraber kaba bir öykü hazırladık önce. ‘2007’nin başında yazdığım senaryonun elinin ayağının düzgün olduğunu düşünüp çekmeye kara verdim. Bir yerlerden para beklerseniz bu 2-3 sene sürebilir. Ama anlatmak istediğim konu şimdi anlatılması gereken bir konuydu. Aileden toparlayarak, İran Sineması tarzı, düşük bir bütçeyle yapabiliriz diye düşündüm. Param çekimlerin ortasında bitti. İşte o zaman annem evini satmak zorunda kaldı. Filmin iyi olacağından emin olduğum için çekim sonrası masrafları hesap etmedim. Nasıl olsa buluruz diye düşünüyordum. Post prodüksiyonu konusunda da Fatih Akın’ın desteği oldu. Oyuncuların hiçbiri henüz para almadılar.
KÜRTÇE BİLSEM DAHA İYİ BİR FİLM OLABİLİRDİUzun zamandır Almanya’da yaşıyorsun, Türkiye’deki yaşam ne kadar gündeminde?Almanya’da yaşıyorum ama Türkiye’den hiç kopuk olmadım. Çünkü, çok politik bir aileden geliyorum. Bunu başka aileler, benim gibi başka gençler de yaşıyor, sanki Türkiye’deymişiz gibi bir dünyayı evimizin içinde kuruyoruz. ‘80 darbesinden kısa bir süre evvel Almanya’ya gittik. Çok garip ama her şeyi Türkiye, hatta Kürdistan odaklı yaşıyorsunuz, tartışıyorsunuz. Kürtçe ile aran nasıl?Anadilim Kürtçe ama annemin babamın dilini hiçbir zaman öğrenemedim. Ankara’da doğdum, büyüdüm. Ailede Kürtçe konuşulmuyordu, en azından çocuklarla konuşulmuyordu. Tercih mi etmemişler?Tercihten çok, Ankara gibi her şeyin Türkçe olduğu bir kentte çocukların Kürtçe öğrenmelerini sağlamak için özen göstermek lazım, onu yapmamışlar. Kürtçe bilmek isterdin herhalde?Kürtçe bir film yapıyorsunuz, izleyenler bana tebriğe geldiklerinde Kürtçe konuşuyorlar tabii, ben –anlıyorum her şeyi- ama cevap veremiyorum. Kürtçeyi, hem edebi hem de sokak dili anlamında bilseydim daha iyi bir film olabilirdi.
O ÇOCUKLARA SAHİP ÇIKMASI GEREKENLER DE ZOR DURUMDAYDIEbeveynleri katledilen çocukların babası örgütlü hatta gazeteci bir adam. Onların ölümünün ardından çocukların bu kadar yalnız kalması, sokağa düşmüş olmaları pek mümkün olamazmış gibi geliyor insana…Birinci sebep, o zaman çocuklar sokakta kalmazlardı, hikayemiz olmazdı. Benim anlatmak istediğim, iki çocuğun faili meçhul cinayetten ötürü sokağa düşmeleriyle ilgili. O bir gereklilikti… Ama çocuklar sahipsiz kalırken her şey ve herkes de yok ediliyor. Politik olan teyzeleri ilgilenmek istiyor, ama o da tutuklanıyor, komşuları iyi kötü yardım ediyor ama işsizlik nedeniyle İstanbul’a göz etmek zorunda kalıyorlar. Hayatınız tehlikede, açlık sınırındasınız ve kendinizi düşünmek zorundasınız. Buradan “Kürtler dayanışmada bulunmuyor, çocuklar sokakta kalıyor” sonucunu çıkaramazsınız, çünkü bu durumun sorunlusu onlar değil, savaş sistemi. O dönemi ve o dönemin yarattığı psikolojik durumu iyi hatırlamak lazım.
Devrim Büyükacaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Savaş ağaları arasında bir kadın

SONRAKİ HABER

Menekşe, kolonya

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...