07 Nisan 2010 00:00

Taşeronlaştırmaya karşı örgütlenmeye

Türkiye işçi sınıfı, küresel kapitalizmin hızlı bir şekilde yeniden yapılanmasının en ağır dönemlerini yaşıyor.

Paylaş

Türkiye işçi sınıfı, küresel kapitalizmin hızlı bir şekilde yeniden yapılanmasının en ağır dönemlerini yaşıyor. Son yıllarda işçi sınıfındaki değişimler sınıfı birleştiren değil, bölen bir duruma götürmüştür. 1475 sayılı kanunda olmayan alt müteahhit veya taşeron deyimleri yerine alt işveren tanımları getirilmiştir. Yasanın çıkışından bu yana büyük iş yerleri işçilerin yoğunlaştığı yerler olmaktan çıkıp sadece teknik, idari, yükleme, boşaltma, depolama gibi faaliyetlerde çalışan işçilerin olduğu binalar haline geldi.
Taşeronlaşmanın emek yoğun sektörde olması gayet doğaldır. Bugün büyük fabrikaların yerini tekstil atölyeleri almıştır. Bunların büyük çoğunluğu ise büyük firmalara parça üretmektedir. Bu durum yani işin parçalanması, işçinin parçalanması anlamına gelir. Daha önce bir arada toplu olan işçilerin yasal anlamda denetimi kolay olurken, artık taşeron sistemi ile denetim zor hale gelmiş; kaçak, sigortasız, çocuk işçiler artmıştır. Doğal olarak işçi ücretleri de baskı altına alınmıştır. Taşeronların daha fazla sermaye biriktirme hırsı ucuz iş gücünün önünü açmış, işyerinde az işçinin bulunması işçi ile işveren arasındaki pazarlıkta işçinin elini zayıflatmıştır. Sendikalar ise gün geçtikçe kan kaybetmektedir. İşyerlerinin parçalanması, sendikalaşma oranını da düşürmüştür.
Patronu örnek alan kamu işyerlerinde de, esnek üretim, sözleşmeli çalışma gibi değişik işçi tanımlamaları yapıldığı görülmektedir.
Son yirmi yıl içinde Türkiye ekonomisinin dünyanın ilk yirmi ülkesi arasında yer almasında ve patronların dünyanın en zenginleri listesinde boy göstermesinde taşeronlaştırmanın önemli payı vardır. Taşeronlaştırmada beraberinde işçi sınıfının sendikasızlaştırılması, kayıt dışı çalışma, işsizlik, düşük ücret, sigortasız çalıştırmayı getirmiştir. Tekstil, inşaat, belediye, sağlık, eğitim, karayolları, askeri iş yerleri olmak üzere tüm işkollarında taşeronluk iş ilişkisi haline gelmiştir. Fabrikaların yemekhane, temizlik, taşımacılık, bekçilik (güvenlik), teknik, bakım-onarım işleri alt işverenlere verilerek taşeronlaştırma iş yerlerine sokulmuştur.
Bugün gerek özel gerek kamu sektöründe işçilerin oldukça büyük bir bölümü taşeron firmalarda çalışmaktadır. Çalışma Bakanlığı verilerine göre bugün kamuda 250 bin işçi taşeron firmalarda çalışıyor. Özel sektörde bu sayının milyonlara ulaştığı, taşeronlaşmanın hızla yayılmasının olağan hale geldiği görülmektedir. İş yasasında taşeron ilişkisi eşitlik ilkesine aykırı düzenlemeyeceği, asıl işin bölünüp taşerona devredilemeyeceği ve işçilerin yasalardan doğan alacakları asıl işverenin en az alt işveren kadar sorumlu olacağı belirtilmesine rağmen uygulamada tam tersi bir süreç yıllardır işlemeye devam etmektedir. Tuzla tersanelerinde görüldüğü gibi gemi inşa sanayisinin tüm üretim kısımlarında taşeronlaştırma hakim durumdadır. Sağlık hizmetlerinde hemşireler, laborantlar, kimi hastanelerde ise doktorlar taşeron firmalar aracılığıyla çalıştırılmaya başlanmıştır.
Taşeron çalıştırma, psikolojik olarak da işçiyi en aşağılık mahluk gibi hissettirmektedir. Taşeron işçilerin pek çok işyerinde kadrolu işçilerle aynı yemeği yemesi, aynı servise binmesi, aynı yerlerde dinlenmesi mümkün değildir. Aynı fabrikada çalışan aynı işi yapan kadrolu ve taşeron işçiler arasında eşitsizlik almış başını gitmiştir. Ücret, çalışma koşulları, iş yerinin sosyal olanaklarından yararlanma gibi konularda yasaya rağmen eşitlikten eser yoktur.
Bunlarla beraber yasal hakları olan alacakları konusunda asıl işveren, taşeron işçinin alacaklarını ödememektedir. İşe iade ve alacak davalarında asıl işverenler bütün sorumluluğu alt işverene yüklemektedirler. Hep kaybeden örgütsüz, taşeron işçiler olmaktadır. Aynı zamanda taşeron firmalar sık sık isim değiştirerek işçilerin kıdem hakkı kazanmasına engel olmaktadırlar. Aynı işyerlerinde 30 işçi çalıştıran çok sayıda taşeron firmanın bulunması işe iade davalarını; hekim, kreş gibi haklardan faydalanılmasını da imkansızlaştırmaktadır. Çoğunluğu sendikasız çalışan taşeron işçilerin çalışma koşulları, ücretleri, sosyal haklarının olmayışı kapitalizmin vahşi dönemini hatırlatmaktadır. Taşeron işçilerin hiçbir iş güvencesi yoktur. Daha fazla kâr amacıyla hareket eden sermaye, taşeronu çağdaş çalışma koşullarında çalıştırmayı istememektedir.
Taşeronlaştırma aynı zamanda sendikasızlaştırmanın da başlıca aracıdır. Aynı fabrikada farklı taşeron firmalarda çalışan işçiler “birleşme zor” diye sendikalaşamıyorlar. Taşeron firmalar, sendikalı işçi mevcudu düşen yerlerde sendikal örgütlenmeyi tasfiye etmenin aracı olmaktadır. Bir de aynı iş yerinde çalışıp, emekli olduktan sonra taşeron firmada çalışmaya başlayan işçiler, sendikal örgütlülüğün tasfiyesinde rol alıyor, sendikal eylemlerde de eylem kırıcıları haline geliyorlar. Bizim teşkilatta bu süreç bizzat gözlemlenmiş olup, (Karayolları 4 Şubat eyleminde grev kırıcıları) benzer durumlar belediye işçilerinde de görülmektedir. Bilindiği gibi birçok il ve ilçelerde belediye hizmetleri taşeronlarla yürütülmektedir. Belediyelerde kadrolu işçilerden kat be kat fazla taşeron işçi çalışmaktadır. Sendikalar, belediyelerdeki taşeron firmaların farklı illerde faaliyet göstermelerinden dolayı taşeron işçilerini örgütleyememektedir.
Taşeronluk sistemine karşı sendikalar cephesinde henüz bir karşı duruş gerçekleştirilememiştir. Bunun için de fazla bir çabaları yoktur. Sendikaların sadece var olanı korumaya çalıştıkları ve taşeron işçileri için sadece profesyonel kadrodan amatörlüğe düşeceklerini anladıkları zaman bir çaba içerisine girdikleri görülmektedir. Taşeron işçilerinin örgütlenmesinin zor hatta imkansız olduğunu öne süren sendikalar kendi iş yerlerinde, dinlenme kamplarında örgütsüz işçi çalıştırmaktadırlar. Bununla beraber kamu ve özel sektörde bazı sendikalar taşeronluk sistemine son verilmesi ve tüm işçilerin kadrolu olması taleplerini dile getirmektedirler fakat bu talepler kağıt üstünde, söylemde kalmaktadır. Taşeron işçilerin ortak mücadelesi örgütlenememektedir. Sonuçta taşeronlaştırma, hızlı bir tırmanışla birçok sendikanın iş yerlerinde yetkisinin düşmesine sebep olmaktadır. Son anayasa tartışmaları içerisinde de sendikaların örgütlenme, toplu sözleşme, grev, genel grev, dayanışma grevleri konusunda yine taraf olmadığı gözler önündedir.
Taşeronlaştırma, işçi sınıfının yaşadığı en önemli sorunlardan biridir. Zira patronlar sınıfı bölmek, örgütsüz bırakmak için yeni saldırılara devam edeceklerdir. İşçi sınıfı, yıllarca burjuvazinin alttan saldırılarına karşı koyamadı. Başta sendikalar, mücadeleci işçiler, “Taşeronlaştırmaya engel olunamaz” deyip bir kenara çekilmemelidirler. İşçi sınıfı geçmişteki deneyimlerinden yararlanmalı, sermaye sınıfı saldırılarına karşı mücadele bayrağı olan 1 Mayıs’ta mücadeleyi yeniden yükseltmek için çalışmalı ve 26 Mayıs genel eylemini genel greve dönüştürmeye çalışmalıdır.
Kamu Hastane Birlikleri Yasası’nın geçmesi ile sağlıkta dönüşüm programı bir bütün halinde önümüzde durmaktadır. Kamu hastane birliklerinin temel maddelerinden bir tanesi sözleşmeli çalıştırmadır. Bunların tümü incelendiğinde bugün taşeron işçinin, 4-c statüsündeki işçinin, TEKEL işçisinin 4-c sorununun hepimize yansıyacağı açıkça görülmektedir. İster taşeron firmada çalışsın ister ana firmada bütün işçilerin patronlar karşısında çıkarları ortaktır. Rekabet, bölünmüşlük yerine sınıf dayanışmasını, ortak mücadeleyi hayata geçirmek için biz örgütlü işçilere büyük görevler düşmektedir. Bizler örgütlü olmayı kağıt üstünde üye olmaktan çıkarıp, sendikalarımıza sahip çıkmalıyız. Sermaye sınıfı saldırılarına karşı işçi sınıfının çıkarları temelinde, sınıf bilinci ile donanmalı ve mücadele etmeliyiz. Krizden zarar gören tüm emekçi kesiminin gözü işçi sınıfındadır. İşçi sınıfı politik-taktik mücadele platformlarını sınıf ve diğer kesimlerin taleplerini içerecek şekilde yapmalıdır. Sermaye cephesinin saldırılarını püskürtmede büyük olanak sunacak olan 26 Mayıs genel eyleminin genel greve dönüşmesini kolaylaştıracak platform birleşik mücadelenin örgütlenmesidir. Yaşanmış mücadelelerden oluşan direniş komiteleri sınıf hareketine sunulmalıdır. Ortaya çıkmış olumsuzlukların cesaret kırıcı moral bozucu sonuçlara yol açmasının önü alınmalıdır. Yanlış yanlar reddedilmeli, küçük de olsa olumlu ne varsa ona sarılmalı ve daha da geliştirilmelidir. İnişli çıkışlı, kimi zaman durgun devam eden işçi hareketinin bünyede açtığı yaralar için ilaç bedene mücadele yoluyla enjekte edildiğinde o illet silinip atılacak, hareket sınıf politikası ile panzehirini bulacaktır.
HAMDİ GÖKDENİZ Karayolları Yol-İş 1 No’lu Şube İşçisi
ÖNCEKİ HABER

Dünyanın en büyük adalet sarayında adalet var mı?

SONRAKİ HABER

ÖLÜM KADINA YAKIŞIR TNT 20.00

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...