10 Nisan 2010 01:00

HAYAT YAZILARI


Anayasalar halkın kendi içindeki hukuku düzenlemesi gerektiği gibi yönetici erkle ilişkisinin sınırlarını da şekillendirmelidir. Anayasa değişikliğine ihtiyaç duyma nedeniniz nasıl bir süreçle, hangi içerikte bir anayasaya ulaşacağınızın da yol haritasını çıkarır. Bu yol haritasında ki öncelikleriniz haktan ve halktan yana taleplerinizden mi kaynaklanıyor yoksa devletin acil krizlerini aşma arayışından mı? Değişimin ana dinamiğini doğru belirlemek ve ardından da bu doğrultuda güçlü bir irade gelişimini sağlayacak ilişki ağını inşa etmek gerekir.
Türkiye’de özellikle kurumlar arası gerilim ve devletin, toplumu yönetemez, kontrol edemez hale gelmesi bir anayasa değişikliği ihtiyacını gündeme taşımaktadır. Elbette bu ihtiyacın hissedilmesi de halkın beklentilerine hizmet eder bir strateji içinde ele alınabilir. Devlet içinde kimi çevrelerin, sermaye örgütlerinin, uluslararası aktörlerin talebinin tam tersini savunmak, ya da onlar değişim istiyor diye değişime karşı durmak, özgüvensiz ve edilgen bir tutumdur. Aktif ve dönüştürücü olan ise ne istediğini bilen ve bu doğrultuda değerlendirilebilecek arayışları aynı cephede buluşturabilen bir stratejidir. Ne devlet homojendir, ne sermaye, ne de dış güçler. Elbette çıkarlarının örtüştüğü ve birlikte hareket etmelerine neden olan dinamikler göz ardı edilmemelidir. Ancak karşı cepheyi blok halinde hareket etmeye iten kendi cephesini ise daralmaya zorlayan yaklaşımlar, değiştirici,dönüştürücü irade haline gelemezler.
Bu gün Türkiye’de haksızlığa uğrayan, dışlanan çevreler de homojen değildir ve böyle olması da beklenmemelidir. Dindar çevreler, Alevi örgütlenmeleri, emek hareketi de kendi içinde farklı eğilimler ve duruşlar barındırmaktadır. Ortak hareket ederek mevcut yapıda köklü değişiklikler yapma iradesi taşıyanlar olduğu gibi, “O varsa ben yokum” tutumu ile mevcut durumun devamına hizmet eden yaklaşımlar da hafife alınmayacak kadar yaygındır. Yan yana durmak aynılaşmayı gerektirmez. Herkesin nihai talepleri, ilkeleri, doğruları kendini bağlar. Kimse kendi tercihlerini bir diğerine dayatma eğilimine girmemelidir. Bu tarzdan vazgeçemeyen hareketler köklü bir değişim dinamiğinin öncülüğünü yapamayacağı gibi iktidar erkini ele geçirdiklerinde bu günün egemenlerinden farklı bir tavır geliştirmeleri de beklenemez.
Kimse kimsenin inançlarını, tercihlerini, sloganlarını yargılamadan ortak talepler eksenli bir birlikte çalışma hukuku şekillendirilebilir. Bu adım aslında bütün bir toplumsal zemine yayılabileceği gibi bir süre sonra devletin önüne de bir program olarak çıkartılacaktır. Halkın ihtiyaçlarından kaynaklı talepleri esas alan bir öncelikler sıralaması ve buna uygun bir ortak dil geliştirilmesi. Bunu başarabilirsek ehveni şer siyasetine mahkum edilme cenderesinden de çıkabiliriz. Eylemlerimiz “Ona mı yarar, buna mı yarar” mantığından kurtulabiliriz. Bu kavgada taraf olmayalım sessiz kalalım, pasifliği içerisinde değil, tam tersine yeni bir alternatif duruş geliştirilmesi çabası içerisinde olmalıyız. Yeni bir anayasa hareketi sadece mümkün değil aynı zamanda zorunludur. 10 Nisan İstanbul Mitingi bu açıdan, Ekim 2009’da Ankara’da yapılan konferansın ardından önemli bir ikinci adım olabilir. Demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, aydınlar kısaca hepimiz açısından bu buluşma önemli bir sınav olacak ve rüştünü ispat etme fırsatı doğuracaktır.
Ayhan Bilgen

Evrensel'i Takip Et