12 Nisan 2010 00:00

EKONOMİ VE POLİTİKA

Geçtiğimiz hafta sonunda, İstanbul Yüksek Ticaret ve Marmara Üniversitesi İ.İ.B.Fakültesi Mezunları tarafından tertiplenen...

Paylaş

Geçtiğimiz hafta sonunda, İstanbul Yüksek Ticaret ve Marmara Üniversitesi İ.İ.B.Fakültesi Mezunları tarafından tertiplenen “Küresel Kriz ve Vergi” konulu konferansda ilginç konuşmacılar tarafından günümüz meseleleri hakkında önemli konuşmalar yapıldı. Konunun ilginçliği kadar konuşmalar da ilginç idi. Tüm oturumlara katılamadığım için çok genel bir görüntü veremeyeceğim ama katıldığım kadarıyla edindiğim izlenimi, araya yorumlarımı da katarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Konuşmalarda en çarpıcı olanı, DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin; 1980 yılında 42 milyonluk Türkiye’de 2.5 milyona yakın sendikalıya karşı, 2010 yılında 70 küsur milyonluk Türkiye’de sendikalı sayısının 2.5 milyonun ancak dörtte biri kadar olduğu, ve böyle bir ülkede insan hakları ve özgürlükler söylemiyle anayasa hazırlandığını söylemesiydi.
Bunun karşısında bazı sanayi kuruluşları ve sanayi odaları temsilcileri ise ne yüksek boyutta işsizlikten, ne yoksulluktan, ne de ümitsizlikten bahsetti. Tam tersine, krizden çıkılabilmesi için devletin bazı vergi teşvik önlemleri getirmesi, kamu kesiminden sağlanan girdilerde maliyet indirimine gidilmesi vb. kârların yükseltilmesine yönelik olarak, sanırım kendilerinin de inanmadığı söylemlerle konuşmalarını sürdürdüler. En sıkıştıkları noktada ise tüm kabahati “siyasi iradenin olmamasına” yükleyerek, sorunların sorumluluğundan kurtulmayı denediler.
Geçen günlerde, sanırım Kayseri Ticaret Odası başkanı, bir üniversitede konuşma yaparken yumurtalı saldırıya maruz kaldı ve bu arada bir öğrenci, “Krize neden olanlar bize krizi anlatamaz” diye haklı olarak bağırırken, AB ile uyum sağlamaya çalışaşan bir ülkenin(!) özgür ve demokratik üniversitesinde(!) bu öğrenci, güvenlik güçleri tarafından ağzı kapatılarak karga tulumba salondan çıkarıldı. Oysa, öğrenci çok haklı idi! Çünkü, kriz sermayenin sebep olduğu bir çöküştür!
Toplantıda benim de yer aldığım oturumun konusu, krizlerin önlenmesi için ne yapılabilir gibi oldukça güç bir konu idi. Konu çok güçtü, çünkü dinleyiciler sosyal bir felaket gibi üzerimize çöken krizleri önlemek için bir önlem bekliyordu, oysa bu sistemde benim dinleyicilere sunabileceğim bir önlemler paketim yoktu. Böyle bir paketim yoktu, çünkü kriz kapitalist sistemin işleyiş sonucunda ortaya çıkan ve sistem sürdüğü sürece daima oluşacak olan çok doğal bir sosyoekonomik olgudur.
Krize, sermayenin gerileyen kâr oranlarının telafi edilmesi çabaları yol açmaktadır. Sermayenin kâr oranları gerilerken kriz en son önlem olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira, krize gelene dek, önceleri en masum haliyle reklam faaliyetleriyle piyasaların genişletilmesine çalışılmıştır. Piyasaların genişletilmesi çabalarına, sermayenin ele geçirdiği sömürü paylarının yeniden sömürü alanına sokulması işlemini gören finans sektörü ile devam edilmiştir. Bu da yetmeyince, ulusal ekonomilerde tüketici piyasalarını genişletebilmek için sosyal politikalar geliştirilmiştir. Hem tüketici hem de üretici piyasalarını genişletmeye yönelik küreselleşme operasyonu da sorunu çözmede başarı sağlayamayınca, en sonunda üretici ünitelerinin bir kısmını tahrip etmeye yönelik olarak kriz patlak vermiştir. Hal böyle olunca, sisteme içkin doğal bir gelişme olan krizlerin önlenmesi olanaklı görülmemektedir.
Ünlü bir iktisatçının çok veciz bir şekilde belirttiği gibi, “her kriz, yeni krizin tohumlarını ekerek sonlanır” ! Bu ifadeden de açıkça anlaşıldığı üzere, krizler kronik olarak seyreder ve bazı önlemlerle ancak ertelenebilir. Ertelemenin olanaklı olmadığı aşamaya gelindiğinde ise krizler akut olarak yaşanır. Ne var ki, kronik seyreden krizleri önleyebilmek için sistemin geliştirdiği ve devreye soktuğu mekanizmaları algılayamayız ve krizin patlamakta olduğunu göremeyiz. Ya da bir bankacının söylediği gibi,” müzik çalarken dansa devam edilir” mantığı ile davranarak, kâr hırsı ile koşarken krizin tetikçisi olma rolünü üstlenmekten de kaçınmayız. Çünkü kriz, zayıf sermayeye karşı güçlü sermaye için, emeğe karşı sermaye için ve devlete karşı yine sermaye için yaşamsal önemi haizdir. Güçlü sermayenin yaşamını uzatabilmesi için krizler vazgeçilmez koşullardır. Zira, krizlerde güçlü sermaye rakiplerini ezer; emek üzerindeki sömürücü baskısını yoğunlaştırır, devlete istediği kararları dikte etme gücü kazanır, aynı toplantıda sermaye çevrelerinin sunumlarında dile getirdiği gibi...
Kapitalist sistemde kararları halklar değil, sermaye sahipleri verir; onların siyasetteki uzantıları da bu kararları uygular. Ne hazindir ki, ezilen emekçilerin büyük bir bölümü de sermayenin siyasetteki uzantısını desteklemek gafletinde bulunur!
İZZETTİN ÖNDER
ÖNCEKİ HABER

ABD, Küba’yla savaşında medyayı kullanıyor

SONRAKİ HABER

Bakırcılar’da işçiler alanda olacak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa