17 Nisan 2010 01:00
KUŞATILAN ÇEVREMİZ
Çok satan gazetelerimizde önceki gün, yanyana iki orta sayfada kocaman bir reklam yayınlandı. İstanbulda son yıllarda moda olan lüks ikiz konut kulelerinden birisi bitmiş, yapımcı şirket halka bu müjdeyi veriyor. Reklamda bir fotoğraf bulunuyor, inşaat işçileri kulenin tepesinde bir kirişe dizilip oturmuşlar, İstanbula tepeden bakarak öğle yemeği yiyorlar.
Bu reklam, 1932 yılında çekilmiş olan bir fotoğraftan esinlenilerek hazırlanmış. Zaten reklamın bir köşesinde minicik yazılmış olsa da, fotoğrafı çeken ünlü fotoğrafçı Charles C.Ebbets için saygı ifadeleri bulunuyor. Fotoğrafın aslı, New Yorkta inşa edilen radyo binasının 69. katında işçiler öğle yemeği yerken çekilmişti ve emek-sermaye çelişkisinin çarpıcı bir görüntüsü olarak belleklerde ve arşivlerde kaldı. Yoksul göçmen işçiler, bitirdikten sonra hiçbir zaman içine giremeyecekleri o gökdelenin simgesi oldular ve hâlâ binadan çok o fotoğraf konuşuluyor. Fotoğrafta 11 işçi bulunuyor, bunun bir takım görüntüsü vermek için mi ayarlandığını ise tam olarak bilemiyoruz.
Reklamdaki fotoğrafa dikkatle bakıldığında bir terslik göze çarpıyor. İnşaat işçileri yemeklerini yerken Boğaza sırtlarını dönmüşler, çünkü konutların satılması için Boğazın görünmesi gerekiyor. Bunlar elbette bir pazarlama taktiğidir, aklımız fazla ermiyor ama bildiğim bir şey vardır; bizim insanımız deniz varken asla sırtını denize dönüp de bir şey yemez. Ama pazarlama için, yemek yerken boğazı seyretmeleri dahi işçilere çok görülmüştür.
İnşaat işçilerinin, yaptıkları binanın boyutundan bağımsız olan kara bir yazgısı vardır. İnşaat sektöründe emeğin değeri, işverenler açısından iş makinasının üç kuruşluk parçasından bile daha değersizdir. Makina arızalandığında acil çözüm aranır ama bir işçi o makinanın altında kaldığında durum patronların umurunda bile değildir. Hem işçiler için, hem de onlara iş vermek durumunda olan mühendisler için geçerli olan bu açmazın kurbanlarından birisi de, 3 yıl önce bir iş cinayetinde yitirdiğimiz harita mühendisi Gülseren Yurttaştır. Ölümünden sorumlu olanlar, şimdi para cezaları ile birer birer kurtuluyorlar.
İnşaat işçileri mevsimlik geçici işçi gibi çalışırlar, işleri bir işyerinde en çok 2 yıl sürer, bu arada evini ve ailesini göremez. Çok büyük bir çoğunluğu sigortalı değildir, sigortalı olsalar dahi primleri aldıkları ücret üzerinden kesinlikle yatırılmaz, genellikle de hiç yatırılmaz. Ücretlerini, patronun canı istediği zaman alabilen işçiler fazla mesai, ikramiye, aile yardımı, doğum ve ölüm yardımı gibi şeyleri bilmezler. İnşaat işçilerinin emekli olması da çok zordur, çünkü hizmetlerini belgelemek için aylarca kapı kapı dolaşmak zorunda kalırlar. Sendikalı olmak, grev ve toplu sözleşme, sağlıklı barınma koşulları gibi kavramlar sektörün emekçileri için bir hayaldir, inşaat sektöründe sadece işverenlerin çalışan bir sendikası bulunuyor. İnşaat işçileri onbeş günde sadece bir pazar günü tatil yapabilirler; o gün de Kürt kökenli olanlarını, kent merkezlerinde faşistler linç etmeye çalışır.
Kapitalist sistemde ürünün satılması için reklam yapmak elzemdir. Reklam yaparken bile emeğin sömürüldüğünü ise bu fotoğrafta ve reklamda görüyoruz, çünkü işçilerin emeği sadece ürün satılacağı zaman hatırlanıyor. Kapitalizmin namusu ve hafızası işte buraya kadardır, işçilerin sırtı ise boğaza dönüktür.
ERTUĞRUL ÜNLÜTÜRK
Evrensel'i Takip Et