26 Nisan 2010 01:00
Meclisteki yumruklar
Yeni anayasa taslağı maddelerine ilişkin müzakereler Mecliste tüm hızıyla sürüyor. Görüşmelerdeki üslup ve yaklaşım küçükler için kesinlikle örnek davranış değil: Küfürler, yaka paça kavgalar, boğaza sarılmalar... On yıllardır değişmeyen görüntüler. Bu açıdan bakıldığında düşünceye saygı ve aykırı görüşlere tahümmülsüzlük devam ediyor. Bu haliyle de sokaktaki psikolojiden farklı değil.
Bir bakıma, dışarda atılan yumruklardan bir farkı yok.
Bunlardan biri, önceki gün yeniden tezahhür etti. BDPli Sebahat Tuncerin konuşmasına yönelik basına da yansıyan ifadeler... Ürkütücü. Ürküten yönü, kürsü özgürlüğünün taciz edilmesi değil, konunun kendisi de çok önemli.
Sebahat Tuncer, Kürt illerinde artan operasyon hazırlık ve girişimleri ile çatışmalara dikkat çekerek, savaşın önünün alınmasını ve yeni ölümlere meydan verilmemesini dile getiriyor. İşte bu muhtemel sonuca dikkat çeken uyarıya yanıt, Defol, Yerim savaşını, Savaş yok, terörle mücadele vardır şeklinde oldu. Aslında uzun bir süredir sınırda askeri yığınak faaliyeti biliniyordu. Bu faaliyetin kendisinin, tam da açılım söylemlerinin olduğu bir sürece denk gelmesi sorunlu iken, hükümetin de buna destek veren yaklaşımı, yeni ölümlerin kapıyı her an çalacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla Sebahat Tuncerin söylemi, provokatif bir konuşma değil, aksine gerçeği içeriyor.
Biraz anlaşılmak istenirse aslında, Tuncele gösterilen reaksiyon, Samsunda Ahmet Türke, Kayseride Enerji Bakanı Taner Yıldıza atılan yumrukların güvenceye alınması sonucunu yaratır. Biz o yumrukları, 1990-2000 arasında kurşun, satır, bıçak ya da bomba olarak tanıdık.
PKK ile TSK arasındaki 30 yıldan beri süren çatışmalarda Çanakkale Savaşından kat be kat fazla insanın yaşamını yitirdiği biliniyor. Belki de cumhuriyet tarihinin en büyük kaybı yaşandı. Buna rağmen Meclis Başkanı ve milletvekillerinin çoğunun olayı hâlâ Terörle mücadele olarak nitelendirmeleri, gelecek açısından kaygı verici. Bu anlayışın hâlâ güçlü olarak devam etmesinin iyi sorgulanması gerekiyor.
Çünkü, Yerim senin savaşını sözleri, aslında, yeni insanların ölümüne açıkça göz yummaktır. Görünen o ki, genç bedenlerin cesetleri üzerinden iktidar elde etme ve toplumu kamplaştırma hedefi yürürlükte kalmaya devam ediyor. Bu anlayışın, Kayseride Bakan Yıldıza atılan yumruktan hemen sonraya rastlaması, Kürt kimliğinin AKP cephesinde ne kadar benimsendiğini de göstermektedir. Bu hafta NTVye açıklamalarda bulunan Başbakan Erdoğanın, Kürtçenin resmi dil olmasına karşı kesin ve net itirazını da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Şurası açık ki, bu anlayış yıllardır sorunu Güvenlik ve Terörle mücadele olarak değerlendiren geçmiş hükümetlerden ve meclislerden farklı değil. Her ne kadar artık DEPlilerin polis marifetiyle yaka paça meclisten götürülmesi yaşanmasa da o yaklaşımın DTPnin kapatılması, Ahmet Türk ve Aysel Tuğlukun milletvekilliklerinin düşürülmesi şeklinde tezahür ettiğini de söyleyebiliriz.
Durum, Kürt sorununda tokmağın hâlâ askerler elinde olduğunu gösteriyor. O halde Türkiyenin demokratikleşmesinin de buna göre gerçekleşeceğini söylemek yanlış olmaz.
Aslında bunun en trajik örneğini, sivil bir anayasa iddiasında olan hükümetin, Anayasa Mahkemesi üyeliğine hâlâ askeri yargıcın seçilmesine seyirci kalması, Cumhurbaşkanının da böyle bir atamayı yapması oluşturuyor.
HÜSEYİN DENİZ Gazeteci
Evrensel'i Takip Et