26 Nisan 2010 00:00
YAŞAMA KÜLTÜRÜ
Sayın Hıfzı Topuzun son betiğini okudum.
Sayın Hıfzı Topuzun son betiğini okudum.
Cumhuriyetin kurulmasına tanıklık edenlerin düşüncelerini aktarıyor.
Dünü okurken ister istemez bugünü düşünürsünüz
(Yalnız dünü okurken mi düşünürüz bugünü? Olabilir mi böyle bir şey?)
Günün üzerinde doğru bilgelere dayanan yorum yapamayınca geleceği görebilir mi kişi?
Göremez elbette!
Dünle ilgili bilmediklerimizin öğrenilmesi, günü değerlendirebilmek için zorunlu değil mi?
Kısacası yeniden, bugünün omurgasızlarını, bir de böylelerine karşı düşüncelerini bu günün yeline göre değiştirmeyenleri düşündüm ister istemez; sevgili Hıfzı Topuzun Bana Atatürkü Anlattılar yapıtını okurken.
Öyle ya, daha düne dek demokrasi demokrasi derken, diktatörlüğe kalkışanlara destek verir duruma düşenler, nasıl açıklayacaklar durumlarını çocuklarına?
Bu kişiler, TEKEL işçilerinin SINIF BİLİNCİnden hiç mi etkilenmediler? Bunun bir kırılma noktası olduğunu anlamadılar mı?
Doğrunun doğru olduğunu söylemekten neden korkuyorlar?
(Kasap Ali amcam ne diyordu: Biz bu doğruyu yarın ahrette mi söyleyeceğiz?)
Bu korkaklıkla demokrasi memokrasi kurulabilir mi?
Davranışlarının, şöyle ya da böyle yandaşlığına soyunduklarının bile işine yaramayacağını düşünemiyorlar mı?
Bu duruma nasıl gelindi?
Güvendiklerimizin tepelerine bu karlar nasıl yağdı?
İşte bunları düşünerek, Kuzguncukta otobüsün arka kapısına zor yetiştim. Okula gidiyordum
Arka kapıdan sürücünün yanına, öne yürüdüm. Akbilimi aygıta bastırırken sürücü sordu:
- Siz öğretim görevlisisiniz değil mi?
- Evet
- Bağışlayın, bir sorum var.
- Buyurun...
- Felsefe okumayanlara, felsefenin ne olduğunu bilmeyenlere bilim nasıl aktarılır?
İster inanın ister inanmayın, inanılır gibi değil ya, böyle dedi otobüsün sürücüsü
Belki de yarının ne olacağını göremeyenler, felsefenin ne olduğunu bilemeden adları aydına çıkmış olanlardır.
CENGİZ BEKTAŞ