28 Nisan 2010 00:00
UFUK
Cezaevlerinin durumu, bir ülkedeki demokrasinin düzeyinin test edilmesi bakımından önemli göstergelerden birini oluşturur.
Cezaevlerinin durumu, bir ülkedeki demokrasinin düzeyinin test edilmesi bakımından önemli göstergelerden birini oluşturur. AKP iktidarının, ülkenin daha fazla demokratikleştirilmesinin önünü açmak iddiasıyla Mecliste vekillerine gece mesaisi yaptırdığı şu günlerde, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler, F Tipi cenderesinin altında tutulmaya devam ediliyor. Ek olarak hücre cezalarına çarptırılanlar da var. Son olarak, hücrede tutulması hayati açıdan çok ciddi risk içerenlere hücre cezaları verildiği haberleri de geliyor. Cengiz Sinan Halis Çelik adlı hükümlü bunlardan birisi.
Çelik, Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu, 6 Nisan 2010 günü toplanarak, Çeliki, hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonunda 12 gün hücreye koyma cezasına çarptırdı.
Hükümlü Çelik, 31 Mart 2010 tarihli dilekçesinde, 26 Mart 2010 günü adına gelen koliyi almak için çağırıldığını ve bunun üzerine dağıtımın yapılacağı koridorun önüne geldiğini belirterek, görevli cezaevi personelinin dağıtım için bekleyeceği noktayı kendisine gösterdiğini, kendisinin de gösterilen yerde beklediğini anlatıyor. Ardından, görevli personelin Biraz daha ileriyi gitmesini söylediğini aktaran Çelik, kendisinin de, söylenen yerde durduğunu belirttiğini dile getiriyor. Bunun üzerine cezaevi personelinin kendisine Geç dediğim zaman geçeceksin, orada dur diyorsam orada duracaksın diye bağırdığını anlatan Çelik, bu olayın ardından hakkında disiplin soruşturması yürütüldüğünü aktarıyor.
T.C. Adalet Bakanlığı Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığının 06.04.2010 tarihli kararında ise, cezaevi personelinin anlatımları aktarılarak, Çelikin personele küfür ve hakaret ettiğine hükmediliyor ve bunun sonucunda da, epilepsi hastası Çelik, 12 gün hücreye koyma cezasına çarptırılıyor.
Çelikin yaşadıkları Michel Foucaultun, Hapishanenin Doğuşu adlı kitabındaki kimi vurgularını getiriyor.
Aydınlanma çağı, azap çektirme dönemini canavarlık olarak ilan ederken, aydınlanmanın hümanizmi ile gelişen düşünce şu görüşü öne çıkarmıştır: Katillerin en beterine bile ceza verilirken, onda en azından bir şeye karşı saygı duyulması gerekmektedir. İnsanlığına.
Foucaultun, 19. yüzyılda suçlunun içinde keşfedilen insan ile gelişen yeni alan olarak vurguladığı, cezaevleri bilimine göre, cezalandırma yetkisinin meşru sınırını, artık hükümdarın keyfiyeti değil, yeni dönem iktidarının tutumu belirleyecektir. Foucault, cezalandırma iktidarının yeniden dağıtımında, farklı çıkarların kesişimini vurgular. Yargılama yetkisi artık hükümdarlığın çoklu ayrıcalıkları içinde değil, kamusal gücün sürekli olarak dağıtılmış olan etkileri arasında yer alacaktır.
Hapishaneyi çeşitli açılardan irdeleyen yazar son olarak şöyle demektedir: Eğer hapishane etrafında bütünsel bir siyasal ödül varsa, demek ki onun ıslah edici olup olamayacağının bilinmesi değildir; eğer yargıçlar, psikiyatrlar veya sosyologlar burada yöneticiler ve gözetmenlerden daha fazla iktidar icra ediyorlarsa, limitte hapishaneden başka bir alternatif yoktur. Bugün sorun daha çok bu normalleştirme düzeneklerinin yükselişinde ve bunların yeni nesnelliklerini devreye sokarken taşıdıkları iktidar etkilerinin genişliğinde yer almaktadır.
Çelik hakkında verilen karara bakıldığında ise, bu kararı verenlerin iktidarlarını, bir epilepsi hastasını ölüm riski ile yüz yüze bırakacak kadar geniş kullandıkları görülüyor.
Dün İHD İstanbul Şubesinde basın açıklaması yapan Cengiz Çelikin kardeşi Sevim Çelik, şöyle diyor: Kardeşim 12 yıldır cezaevinde ve ileri derecede epilepsi hastasıdır. Kriz geldiğinde bayılmakta, şuuru kapanmakta; kendisini kontrol edemeyecek yere düşmektedir. Sık sık kriz geçiren kardeşim tek başına bir hücrede tutulduğunda, her dakika yaşamı tehlikede olacaktır. Tek başına hücrede tutulması adeta kardeşimin yaşamına kasteden infaz kararı anlamına gelecektir.
Bir epilepsi hastası hakkında hücre cezası verenlerin, ellerindeki iktidarı, aydınlanma dönemi öncesinde hükümdarların yetkileriyle kesişen tarzda kullandıkları açık değil midir?
FATİH POLAT