29 Nisan 2010 01:00
Emirhan Oğuza mektup
Merhaba Emirhan Oğuz,
Özlemiştik sesini; Ateşi çalmaya gittim diye fısıldayışından bu güne uzun yıllar geçti. Ateş Hırsızları Söylencesi yayınlandığında doğanlar askerliğini bitirdi. Neden sustun bunca zaman? Ya da Myndos Geçişi neden bunca gecikti? Sesini aradığını sanmıyorum. Sesini ilk dizelerinden beri bulduğu belli olan bir şairdin. Belki sesini çığlıklardan arındırmayı düşündün. Hücre kapılarında birikmiş kanı görmüştün. Üstelik hücre kapıları hep yerindeydi. Kalkmadı bunca zamandır. Ve yangınlardan geriye hep küller kaldı. Küllerin arasında bir cevher var mıydı?.. Bir can özü?..
Ateşi çalanların yenildiğini söylemek mi yormuştu seni? Yanardağlarının donduğunu görmek mi şaşırtmıştı?.. Nice kılıç kırığından iz bulduğun yollarda yenilenlerin bayrakları örterdi, gözü gökte gövdeleri.
Yol kenarlarında çoban ateşlerinin külleri.
Nedir, külle ateş arasındaki serüven mi sır mı? Kim yanıtlayabilir külün gizini? Belki bir gülün dökülen yaprağı. Ya da bir akşamüstü bir sevgilinin gözlerine bakarken duyulan o susma isteği. Yüreğimize düşen kıvılcıma yabancı mıyız? Yoksa bu yangın bir geceyi kül etmeye yetmez mi?
Kardeşim Emirhan, biz şairler yolumuzu seçen ve o yolu tüketmek için yola düşenleriz. Ulaştığımız yerde belki bir zeytinin buruk tuzu var, belki bir balık ağının denizi özleyen karmaşası. Yolu kuyuya varan söylence aşıkları, murada kolay ererdi. Bir yüzük fırlatılırdı kuyuya. Bizimse canımızın zincirinden caymamız gerek. Bu zincir ulaşır mı dersin elimizden kayıp gidene? Nedir özlediğimiz, bir yolumuz mu farkında? Ya yol arkadaşlarımız?..
Sılamız var mıydı? Yoksa o da bizim sözcüklerimizden mi doğdu? Yoksul türkülerden mi? Hasret yoksa mülkü müdür yoksulların? Yoksulluk yola düşmenin sebebi midir? Yoksa hasretle yola düşenler başka mıdır yoksullardan? Yolların bir menzili var mıdır, okudukların yazmıştır herhalde. Ben bulamadım.
Ölümü bağırlarına hasretle basanlar kimlerdir; bir oğul gibi değil, bir sevgili gibi?.. Ölüm mü o ağrıyı dindirir, hasret mi?
Sana yazarken sözcüklerim senin şiirinin ardında binlerce anı taşıyan sözcüklerine dolanıyor. Mahkeme salonlarının, görüş yerlerinin, demir kapıların bir kokusu varsa, o kokunun sinmediği sözcükler seninkiler. Dağ başlarının esintisi dağıtıyor o kokuyu belki. Belki bunca serinliği bundan, ateşten, ölümden söz ederken bile. Benim sözcüklerimde bekleme yerlerinin ağır havası, seslerinde kuşkulu bir kısıklık. Kolculara alışık olmanın, payıma bekleme düşmenin uykusuzluğu... Kaç ana benim gibi, kaç yıldır?
Oğullara, kızlara soru sorulmaz, mesel söylenmez. Biz o yolları çok önceleri teptik desek, masal bile olmaz. Yaralara tütün basılmıştır; torbalara tuz, ekmek, şeker, kitap konmuş. Kibritlerin yerinde çakmak... Bir soluk ağıtlarımızı dişlerimizin gıcırtısına gizlemiştik. Bizim sözlerimizde beklemenin küfü belki. Siz anlatın Emirhan, sıra sizdedir.
Sennur Sezer
Evrensel'i Takip Et