07 Mayıs 2010 00:00
ÖZGÜRCE
Yunanistanda yaşananlar, kapitalistler ve onun temsilcileri tarafından kaygı ve korkuyla izleniyor.
Yunanistanda yaşananlar, kapitalistler ve onun temsilcileri tarafından kaygı ve korkuyla izleniyor. Korku ve kaygıların iki nedeninden birincisi Yunanistandan başlayan krizin Euro bölgesindeki diğer ülkelere de yayılması ve oradan da tüm dünyada kapitalist ekonomileri tehdit etmesidir. İspanya ve Portekiz ekonomileri başta olmak üzere birçok ülkeden gelen olumsuz haberler, bu kaygıları daha da artırmaktadır. Hele ki küresel krizin atlatıldığı ve kapitalizmin dimdik ayakta olduğuna dair iddialar henüz dillendirilmişken, Yunanistandan başlayan yeni kriz tehdidi kapitalist sistemdeki yarılamayı iyiden iyiye açığa çıkartmıştır.
Kapitalistlerin Yunanistanda yaşananlar konusundaki diğer bir kaygısı da Yunan emekçilerin kriz karşısında kendilerine çıkartılan faturayı ödememek için başlattıkları direniştir. Aslında bu direnişin kapitalistler üzerinde yarattığı kaygı ve korku, diğerinden yani ekonomik krizin yayılmasından daha büyüktür. Zira, ekonomik krizler sermayenin karşısında güçlü bir işçi sınıfı hareketi olmadığında rahatlıkla emekçilerin ve sermaye dışındaki diğer toplum kesimlerinin sırtına yüklenebilmektedir. İşte, sistem için esas tehlike, bu yükü almak istemeyen emekçilerin direnişidir. Zira, 19. ve 20. yüzyıl işçi hareketlerinin de gösterdiği gibi, sınıf mücadeleleri içinde direnişler ülkeler arasında hızla yayılabilmektedir. Dolayısıyla Yunanistandaki krizle birlikte başta Avrupa olmak üzere emekçi direnişlerinin de yayılması, sistemin en büyük korkusu olmaktadır.
Gerçi kapitalistler, emekçi direnişlerinin sistem üzerinde bir tehdit haline gelmesini engellemek için başta ITUC (Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu) ve ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) olmak üzere uluslararası üst örgütler aracılığıyla sendikaları ehlileştirerek mücadeleden uzak yapılar haline getirmeyi önemli ölçüde başarmıştır. Yunanistandaki direnişin diğer ülke emekçileri arasında yaygınlaşması konusunda kapitalizmin en büyük güvencesi de budur. Ancak özellikle 2000li yıllar boyunca uygulanan neoliberal politikalar çerçevesinde, emekçilerin budanan hakları ve yoksullaşma karşısında duramayan sendikaları da sorgulanır hale getirmiştir. Birçok ülkede sorgulamanın da ötesine geçen emekçiler, sendikal yapıları mücadeleye zorlamaya başlamıştır.
Türkiyede de emekçiler, özellikle son 2-3 yıl içerisinde sendikaların uzlaşmacılıktan mücadeleye yönelmeleri konusundaki taleplerini yükseltmektedir. TEKEL işçisinin ve onun yanında olan emekçilerin 78 günlük direnişi bunun en açık örneğidir. 2010 1 Mayısı da yine birçok sendikacının düşündüğünün ötesinde bir katılımla gerçekleşmiş ve yüz binler bir ağızdan birlik ve mücadele çağrısı yapmıştır.
Yunanistanda emekçilerin direnişi, Türkiye emekçilerinin -12 Eylül darbesi sayesinde- 30 yıldır katlanmak zorunda kaldıkları koşulları kabullenmedikleri içindir. Yunanistanda yaşanan direniş başarıya ulaşır ve AB, IMF dayatmaları bertaraf edilirse, bu sınıf mücadelesi tarihinde önemli bir dönüm noktası olacaktır. Hem komşumuzdaki direniş hem de ondan bağımsız olarak Türkiye emekçilerinin artan mücadele talepleri, Türkiyede de değişim rüzgarlarının güçlenmesine yol açacaktır. Bunun için en önemli koşul, sendikaların yeniden mücadele örgütleri haline gelmesi ve emekçilerin güvenini yeniden kazanmasıdır. 26 Mayıs bunun için önemli bir gösterge olacaktır.
ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU