8 Mayıs 2010 01:00

BAŞYAZI


Başbakan Erdoğan, “Anayasa değişikliği paketi”nin son oylamasından önce milletvekillerine, “çok duygusal” hitap etmiş; “Ya tarih yazacağız, ya da tarihten silineceğiz” diye buyurmuş!
Adet olduğu üzere yine AKP’li vekillerin bazıları bu konuşmayı “ağlayarak” dinlemişler. Yine Başbakan; 8. Madde’ye oy vermeyerek bu maddenin paketten düşmesine sebep olan ve AKP yöneticileri ile basını tarafından “hain” ilan elden milletvekillerini de “affettiğini” açıklayarak; “8. Maddeyi milliyetçi odaklarla uzlaşmak için düşürttü” diyenlerin haklı olabileceğini gösterdi.
Başbakan; “paketin anlamını” kendi vekillerine, “Tarih yazmak ve tarihten silinmek” ikilemiyle karşı karşıya bırakan bir biçimde açıklarken; muhalefete, halka, özellikle de BDP başta olmak üzere ilerici demokrat çevrelere dönüp; “Bu pakete karşı çıkmanın, 12 Eylül Anayasası’nı savunmak” anlamına geleceğini söylüyor.
İki açıklamayı birleştirirsek; “AKP’nin tarih yazmasına karşı çıkanlar 12 Eylül Anayasası’na sahip çıkıyorlar” demiş olmuyor Erdoğan.
Elbette sadece Erdoğan değil onun işaretiyle hareket eden yandaş basın ve kendilerine liberal denen çevrelerin çeşitli türden sözcüleri; AKP’nin paketine destek vermeyenleri Başbakan’ın ağzıyla, ama ondan daha militan bir üslupla suçluyorlar.
Açıktır ki burada amaç, sadece Anayasa paketine destek toplamak da değil. AKP, yandaş basın ve liberalleler cephesi, statükoya karşı çıkan Kürtleri, AKP’ye karşı duran ilerici demokrat çevreleri; ya AKP’nin yedek gücü haline getirmeyi ya da bölerek etkisizleştirmeyi amaçlıyorlar. Bu konuda mızrağın sivri ucu BDP’ye çevrilmiş bulunuyor. Bu yüzden de son günlerde basında Kürt sorununda daha liberal bir çizgiden sorunun çözümünü savunan Cengiz Çandar ve Şamil Tayyar gibi yazarlar BDP’ye hücumu başlıca iş edinmiş bulunuyorlar. Ufuk Uras’ın şahsında buldukları “işbirlikçilik tutumunu”nun derinleşmesi için baskılarını artırıyorlar. Başbakan, bölgede çatışmaların ve yaşamını yitiren asker sayısının artmasını da “paketin çıkarılmasını” önlemek için “PKK’nin girişim”lerinin yol açtığı gelişmeler olarak nitelemektedir. Ki bu da; BDP üstünde baskıların daha da artırılacağı, gerek Bölge’de süren operasyonlar, gerekse “pakete karşı olma” üstünden AKP üstündeki baskıların artırılacağı anlamına gelmektedir.
Bu elbette bir gündem saptırmasıdır. “Anayasa değişikliği paketine” Kürt sorunuyla bağlantılı doğrudan bağlantılı bir tek madde bile koymazken, dahası BDP, “Şunlar olsun biz de destek verelim” diye kendi koşullarını açıklamışken, “BDP’yi statükocu”, “12 Eylül Anayasası yandaşı” gibi, çocuklarının bile inanmayacağı karalama yapmak, onun AKP’ye teslim olmasın istemekten başka bir anlama gelir mi?
Ancak burada sorun bundan da farklıdır. Çünkü AKP “pakete destek” isterken “Anayasa değişikliği”ni öne çıkarıyor ve “Benim anayasa paketime hayır demek 12 Eylül Anayasası’na evet demektir” derken, aslında AKP’nin bütün muarızlarını etkisizleştirme, seçime etkili bir muhalefet olmadan ulaşma stratejisini dayatmaktadır. Çünkü mevcut koşullarda açıktır ki, referandumda AKP’ye destek vermiş bir partinin seçimde AKP’yi eleştirme ve ona karşı bir seçenek oluşturma şansı olamayacaktır. AKP bunu bildiği için; seçime “Ya AKP ya statüko” ikilemi ile gitmek istemektedir.
Ancak burada bir gerçeği unutturuyor AKP.
AKP, statükoya karşı savaşan bir demokrasi mücadelecisi parti değil; tersine iktidar partisidir ve statükonun olanaklarını kullanarak, kendi iktidarını, kendi statükosunu sağlamlaştırmayı amaçlamaktadır. Ona “statüko karşıtı” yaftası, liberaller ve yandaş basın tarafından yapıştırılmış; AKP’nin de memnun olduğu bir yaftadır.
Üstelik eski statüko artık çivi tutmaz biçimde çürümüş ve hızla çözülürken bu yeni statüko halkın karşısına çok daha tehlikeli bir düşman olarak çıkmaktadır.
Gündemin ve gerçeklerin saptırılmasına izin vermemeli; AKP’nin niyetini ve amacını teşhirine devam etmeliyiz.
İHSAN ÇARALAN

Evrensel'i Takip Et