10 Mayıs 2010 00:00

EKONOMİ VE POLİTİKA

Bilindiği gibi “zamanruhu” kavramı oldukça eskilere uzandığı halde, yaygın biliniş şekli ile Hegel’in Tarih Fesefesi’nde ortaya çıkmıştır.

Paylaş

Bilindiği gibi “zamanruhu” kavramı oldukça eskilere uzandığı halde, yaygın biliniş şekli ile Hegel’in Tarih Fesefesi’nde ortaya çıkmıştır. Günümüzde de Jaque Fresco liderliğinde Venüs Projesi olarak bilinen akım da, zamanruhu kavramından esinlenmiştir. Venüs Projesi ilkeleri arasında “para kökenli ekonomi”den “kaynak kökenli ekonomi”ye geçiş yer almaktadır. Detaya girmeden bu geçişin temelinde, ekonomide tanımlandığı şekliyle kaynakların kıt olmadığı görüşü yatmaktadır. Bir zamanlar Dünya Bankası’nın da ileri sürdüğü bu görüşte, yıpranan ve tükenen doğal kaynakların yerine teknoloji ile geliştirilmiş farklı kaynakların ya da yöntemlerin kullanılacağından, kaynak konusunda fazla dertlenmenin gereksiz olduğu ifade edilmiş idi. Örneğin, demir yerine sertleştirilmiş plastiklerin devreye gireceği ileri sürülmüştü.
İlk bakışta insanın içini rahatlatan Venüs Projesi’nin bir dizi ilkesi yanında, burada ele almak istediğim önemli bir ilkesi de insan topluluklarının çeşitli sıfatlar altında tasnif edilmemesi gerektiğidir. Gerçekten de, ırk, renk ya da dinsel kategorilerde insanların kümeleştirilmesi doğru değildir. Ama, iş sınıf tanımına gelince, orada biraz durmak gerekiyor. Zira, çok farklı adlarla nitelenebilecek alt-kimlikler bireye özgü olup, ancak bireyin belirli bir toplumsal gruba aidiyetini gösterir. Oysa sınıf kimliği, sosyalleşen üretim ilişkisinde birey ile sermaye arasındaki tarihsel çatışmayı, yani sömürüyü işaret eder. Bu yönü ile, sınıf kimliğini diğer alt-kimliklerle aynı kategoriye koymak, kasıtlı olmadığı durumda cehaleti, kasıtlı olduğu durumda ise sermaye sözcülüğünü ifade eder.
Yukarıda sadece iki veçhesini kısaca yansıtmaya çalıştığım Venüs Projesi’nin gerçekten zamanruhunu yansıttığı ortadadır. Ancak, süslü kavramları aralayarak, düşüncelere hakim dokuya baktığımızda, zamanı oluşturan ve zamanruhu olgusu ve kavramını üretmiş olan emperyalizm aşamasındaki kapitalizmle karşılaşıyoruz. Dünyamız elimizden kayarken, kaynakların kıt olmadığını ileri sürmek ne derece doğa sömürüsünü ifade ediyorsa, sınıf kategorisi ve sınıf bilincini yok etmeye çalışmak da o derece insan sömürüsünü meşrulatırmaya yönelik çabalardır.
Zamanruhu felsefesi (!) doğrultusunda geliştirilmiş olan Venüs Projesi’nin üçüncü harika fikri de ekonomik ve siyasal işlemlerin tedricen insandan alınıp mekanik sistemlere havale edilmesi gerektiğidir. Bu yaklaşımın temelinde de makinelerin insandan farklı olarak mutlak objektif kurallarla çalışacağı tezi yatmaktadır.
Kapitalizm emperyalizm aşamasında kaynak kıtlığı görüşünü yıkıp geçerken, emeği ve toplumları sınıf bilincinden yoksun olarak teslim alırken, siyaset alanını da,Türkiye’de oluşturulduğu şekliyle, çeşitli kurullara havale edip, sözde siyasetin işleyişinde objektif kurallar getirince, tüm alanlar sermaye hakimiyetine devredilmiş, siyaset alanı da toplumsal mücadele arenası olmaktan soyutlanmış ve sermayenin emrinde dikensiz gül bahçesi yaratılmış olmaktadır.
Türkiye de, kurmuş olduğu çeşitli kurullarla aslında sermayenin ısrarla talep ettiği “piyasa” olgusunu ve işleyişini oturtmaya çalışmaktadır.
Dikensiz gül bahçesi olarak tanımlayabileceğimiz piyasa havuzunda büyük sermaye küçük sermayeyi, sermaye de bireyi sömürürken; yoğun teknolojik atılımla bireyi en doğal ve yaşam hakkı olan çalışma alanından kovarken; gelir dağılımının bozulması neticesinde toplum kesimleri yoksulluğa savrulurken, aydınların zamanruhuna sığınarak, siyasilerin emperyalizmin taleplerini yerine getirircesine davranış sergilemesini, hele de toplumun yoksul kesimlerini tarikatlara havale edercesine hiçbir ekonomik hak getirmeyen anayasa paketine demokratikleşme adına komik iddialarla onay vermesini nasıl savunacaklarını merak etmekteyim.
İşte bu noktada “aydın” ile “sözcü” kavramları ayrışmaktadır. Ne kadar inandırıcı ve parlak ifadeler kullansa da bir sözcü hiçbir zaman aydın mertebesine ulaşamaz.
Zira, aydın zamanınruhu olgusunu neyin oluşturuduğunu görerek bu konuda topluma aydınlatırken, sözcü bu perdeyi aralamadan, sermaye ideolojisinin topluma ışınladığı parlak sözcükleri güçlendirerek yinelemekten öteye geçemez. Sözcü “sahibinin sesi” görevini sadakatle yerine getirirken toplumdan alkış alır, ama vicdanını karartmış olur. Tabiatıyla, eğer vicdan onun sorunu ise!
İZZETTİN ÖNDER
ÖNCEKİ HABER

ÇEVRE FELAKETİ BÜYÜYOR

SONRAKİ HABER

Emekçilerle buluşan
bir oda için

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...