11 Mayıs 2010 00:00

‘Kilit varsa anahtar da vardır’

Manuel Reina, İspanya Sevillalı bir flamenko dansçısı. Dans sayesinde tanıştığı Türkiyeli Işıl ile evlendikten bir süre sonra Türkiye’ye yerleşmiş ve yaklaşık 6 yıldır da burada yaşıyor.

Paylaş

Manuel Reina, İspanya Sevillalı bir flamenko dansçısı. Dans sayesinde tanıştığı Türkiyeli Işıl ile evlendikten bir süre sonra Türkiye’ye yerleşmiş ve yaklaşık 6 yıldır da burada yaşıyor. Beyoğlu’da Rumeli Hanı’nda bir yandan flamenko dersleri verirken, diğer yandan Türkiyeli müzisyenlerle ortak çalışmalar yapıyor. Roman ve İspanyol müzisyenlerin kurduğu Bato Tato isimli grubuyla şimdilik daha çok İstanbul’da sahne alan Reina ile İspanya toprağına ayak basmış her kültürün bir parça tat vererek yarattığı flamenkoyu konuşmak için buluşmuştuk. Ama bir Türkiyeli ile bir İspanyalı bir araya gelince, “darbe”siz bu muhabbet mümkün olmadı. Tüm hayatı olduğu gibi sanatı da parçalayan diktatörlük döneminden, sanatı yok eden popüler kültüre kadar dokunmadık mevzu bırakmadık. Biraz kasvetli oldu ama dedesinin Manuel’e söylediği söz ne kadar da doğru: “Kilit varsa anahtar da vardır...”
ORYANTAL DE ENTELEKTÜEL BİR MÜZİK OLACAK
Flamenko nasıl bir danstır, nasıl ortaya çıkmıştır, buradan başlayalım mı?
Flamenko, İspanya’da alt sınıfların, yoksulların yaptığı bir danstı aslında. Daha yeni entelektüel, profesyonel bir dans haline geldi. Türkiye’deki oryantal dans gibi. Oryantal yapan çok profesyonel dansçı var, ancak daha entelektüel bir dans değil, ama olacak. Türkiye’deki entelektüeller de kabul edecek oryantali. İspanya’da da bu böyle. Bugüne kadar alt sınıf bir dans olarak küçük görülüyordu ama dünya kabul etti. Ayrıca flamenkoyu yoksullar yaptığı için uzun süre kimse üzerine bir şey yazmadı, kimse bir çalışma yapmadı. Tam olarak Çingenelerin dansı değil ama famenkoya çok büyük katkıları oldu. Çingeneler İspanya’ya 1400’lü yıllarda geldiler. Zaten Çingeneler nereye göç ederlerse, o gittikleri yerlerin müziğine ve dansına çok büyük katkı yapmışlardır. Türkiye’de de böyle.
FRANKO FLAMENKOYU DÜNYAYA SATTI
İspanya, 1939’da İç Savaşı’nda ve ardından 36 yıl, diktatör Franco tarafından yönetildi. Müzik ve dans nasıl etkilendi bu dönemden?
Siz de yaşadınız benzer bir dönem ama bizi oldukça ciddi “tokatladılar” ve bu dönemde bayağı eğitim aldık! Türkiye’de 1980’lerin neredeyse 40 sene sürdüğünü düşün!
O dönem benim dedemin 3 kardeşi, babamın 2 teyzesi öldürüldü. İspanya’da her ailede böyle ölümler yaşandı. Müzik ve dans, tiyatronun içinde vardı tabii ki, ama mesela açık mekanlarda; barlarda, tavernalarda müzik yapmak, şarkı söylemek, dans etmek yasaktı bir dönem. Bazı eski tavernalarda nostaljik olarak hâlâ durur o yazılar. “Prohibido el cante” yazar; yani “Şarkı söylemek yasaktır”...
1974’te Franco öldü, Allahtan! İç savaştan sonraki ilk on yıl çok ağırdı. Sonra Franco başka bir stratejiye yöneldi ve turizm satmaya başladı: Güneş, tatil ve fiesta, yani parti sattı. Plajlara oteller yapıldı, demokratik Avrupa tatilini Franco’nun İspanya’sında yapıyordu. Franco, İspanya’yı Avrupa’ya satıyordu. Bu dönemde bazı sanatçılar da ünlü oldu. Nasıl Hitler döneminde Wagner ünlü olduysa... Mesela Franco, Salvador Dali’yi çok sevdi. Ama Picasso’nun kaçması gerekti. Yani tiyatrolar devam ediyordu, şovlar yapılıyordu, turistler geliyordu ama kontrol vardı.

Bu kontrol, dansın ve müziğin gelişmesini engellemedi mi?
Tam tersi oldu bence. Baskı varken başka bir şey oluyor, dedem her zaman söylerdi: “Kilit varsa anahtar da var.” Aynen böyle oldu. Bazı sanatçılar başka ülkelere gittiler ve oralarda anti-faşist motivasyonla devam ettiler çalışmalarına.

Bugün ne durumda Flamenko?
Bugün ünlü oldu artık. Franko da İspanya’yı satarken Flamenkoyu da sattı. İspanya’yı tanıtırken o tanıtım paketinin içinde Flamenko da vardı.

Türkiye’de Roman müzisyenlerle çalışıyorsun. Nasıl bir araya getiriyorsunuz bu iki kültürü?
Roman müzisyen arkadaşlar geliyor, ben kendimde ne varsa koyuyorum ortaya, onlar bunu algılıyor ve kendi sanatlarını sunuyorlar. Sonunda ortaya güzel bir şey çıkıyor. Yemek yapar gibi yapıyoruz. Çorba gibi... Her şeyi koyuyorsun içine ama biliyorsun neyi ne kadar koymak gerektiğini. İyi pişmesi de lazım. Yavaş yavaş pişiyorsun ve lezzetli bir şey ortaya çıkıyor. Ortaya tek bir çorba çıkıyor, mesela “Ezo Gelin” ama içinde bir sürü farklı tat var. Böyle bir şey yapıyoruz. Son projemiz Bato Tato böyle ortaya çıktı.
POP MÜZİĞİN ESKİYİ ÖLDÜRMESİNİ İSTEMİYORUM
Biraz Bato Tato’yu konuşalım. Kimler var ve Bato Tato nasıl kuruldu?
Flamenko dansı olarak ben varım. Grubun ana vokali İspanyol Flamenkocu Pico de Triana. Dans ve vokal İspanyol yani. Flamenko gitar çalan Alper Kargın var. Ayrıca kemanda Cem Nar ile darbuka ve cajonda Seyid Karabulut var. 2008 yılında Flamenco-Alaturka projesini gerçekleştirdik, Roman arkadaşlarla o projede tanıştık. Bugün belli bir noktaya geldik.

Yeni projeler var mı?
Bir mekanımız var, Etnik34. Etnik olanı seviyorum. Eskiden gelen bir bilgi var, senelerdir biriktirdiğimiz ama şimdi popüler kültür geliyor ve eskiyi bitiriyor. Tamam, pop müziğe tamamen karşı değilim ama eskiyi öldürmesin istiyorum. Ayrıca ben bir İspanyol olarak Türkiye’yi yaşıyorum; sanatçıyım, iş adamı da değilim ve sanat olarak bir bilgim var. Flamenkoya devam ediyorum ama burada ne yaşıyorsam ondan da etkileniyorum ve doğal olarak bunu da göstermek istiyorum. Yaşadığımı dışarıya vurmak istiyorum. Her ay Balans Jolly Joker’deyiz. Bu ay 26 Mayıs’ta orada sahne alacağız. Tabii ki biz pop yapmıyoruz, o yüzden kimse bizim için “deli” olmuyor. Zaten yakışıklı çocuklar da değiliz, neredeyse hepimiz babayız. Zaten Bato Tato’nun anlamı da bu. Bato, İspanyol Roman dilinde “baba” demek; Tato ise Türkiye Ramon dilinde “patron” demek, yani “baba patronlar”... Görüntüden çok müzik olarak varız. O yüzden bize pek fırsat verilmiyor. E normal tabii, 5 tane göbekli adamı napsınlar?!. Ama benim başka hayallerim de var aslında.

Nedir onlar?
Ben sanatçı olarak halka ulaşmak istiyorum. Popüler kültürün içinde olmak, evet insanların seni tanıması için önemli ama istiyorum ki, Türkiye’de tiyatrosu olmayan yerleri 3 ay gibi bir süre dolaşalım, oralarda sahne alalım. Bato Tato olarak ücretsiz gösteriler yapmak istiyoruz. Anadolu’da tiyatrosu olmayan yerler çok. Tabii bir organzasyon gerektiriyor. Ama yapılabilir. Sponsorluk için bazı görüşmeler yaptık ama söylediğim gibi, şu anda popüler kültür dominant, böyle bir proje pek ilgi görmüyor.

TÜRKİYE’DE DANS ‘EKMEK KAPISI’ DEĞİL
Bir süredir Türkiye’de yaşıyorsun ve burada dansın toplumsal hayattaki yerini nasıl görüyorsun?
Halk dansları var; bir Karadenizli kendi oyununu, bir Trakyalı kendi oyununu biliyor ve oynuyor, ancak profesyonel olarak daha yeni görünüyor bana. İspanya’da çok önemlidir dansçı olmak. Mesela benim annem “Oğlum dansçı olsun” diye hayal kurardı. Türkiye’de tam öyle değil. Var yetenekli çocuklar ama aileleri istemiyor, “Bu iş ekmek vermeyecek” diye düşünülüyor.

Daha önceki bir konuşmamızda, televizyon programlarında dansı sadece ‘şov’ olarak kullanıyorlar diye eleştirmiştin...
Medya her yerde böyle. Ben şirket olarak bir marka olursam medya şirketi bana farklı davranır, beni kullanamaz. Ama sen kendine sanatçı olarak bakıyorsan, şirket olarak bakmıyorsan, medya da seni şirket olarak değil mal olarak görecek ve kullanmak isteyecek. Kapitalist sistemde bu normal. Türkiye’de de popüler kültür ağırlıkta. Birkaç isim dışında bu işe çok emek veren dans kampanyaları yok. İspanya’da çok var. İspanya, Türkiye’den üç kat daha küçük bir ülke olmasına rağmen, üç kat fazla tiyatrosu var.
Elif Görgü
ÖNCEKİ HABER

RAMP IŞIKLARI

SONRAKİ HABER

Binler Denizleri andı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...