12 Mayıs 2010 01:00

Avro, bir Cermen cenderesi!


Almanya’nın ortak para birimi avro ile yöneldiği süreç baştan çelişkili bir karaktere sahipti. Fakat çelişkiler bugüne kadar baş edilebilir düzeydeydi. Büyük ekonomik krizle birlikte ise, sürecin içerdiği çelişkilerin keskinleşme temposu da hızlandı ve Almanya’ya can katan avronun can alan yönleri onun için de ufukta belirmeye başladı. Bugünlerde avronun “doğuştan taşıdığı kusurlar” üzerinde durulması boşuna değildir.
Peki avronun, aslında Avrupa Birliği (AB) için de geçerli olan, “tasarım kusuru” nedir? İki farklı “kusur”dan söz edilebilir burada: Birincisi “teknik”tir. Ortak para birimi, aslında gereksinim duyduğu ortak devletten yoksundur. Avro Bölgesi devletlerinin ne ortak bir iktisat politikası, ne ortak bir mali politikası ve ne de ortak bir ücret politikası vardır (Olup olamayacağı bir tarafa). Bütün bu boşluklar, “bağımsız” bir Avrupa Merkez Bankası ve bilinen Maastricht kriterleriyle (Devlet borçları ve bütçe açıklarına getirilen sınırlamalar) kapatılmaya çalışılmıştır. Bu araçlar, büyük bir ekonomik krizin patlak vermediği koşullarda şu veya bu ölçüde işlevsel olmuşlardır. Ancak şimdi yetersiz kalmaktadırlar.
İkinci “kusur” nitelikseldir: Eşitsiz ve sıçramalı gelişme, kapitalizmin temel bir özelliğidir. Dolayısıyla, ülkeler arası dengesizlikler kapitalizmde kaçınılmazdır. Ortak para birimi avro bu dengesizlikleri karşılamak şöyle dursun, daha da büyütmüştür. Haliyle, güçlü ekonomiler avrodan daha çok faydalanırken, zayıf ekonomiler zararlı çıkmışlardır. Örneğin Almanya’nın ihracatının yarısından fazlası AB ülkelerine gitmektedir. Almanya’nın ticaret fazlalığı, diğer ülkelerin ticaret açığını koşullamaktadır. Avro bu zayıf devletlerin para politikası olanağını da (başta da devalüasyon imkanını) ortadan kaldırmıştır.
ALMANYA’NIN ÇIKARLARI
Şu bir tesadüf değildir: Avroya geçildiği yıldan beri, yani son on yılda Almanya’da reel ücretler yerinde saymış (Bazı branşlarda gerilemiştir de), sanayi üretkenliği ise birkaç misli artmıştır. Adeta ücret dampingi ve yüksek üretkenlikle rekabet gücünü katlamış bir Almanya karşısında, Fransa dışında hangi Avro Bölgesi ülkesi başarıyla durabilirdi?
Baş edilemeyeceği ortadaydı ve bu ülkelerin avrodan doğan kayıplarını, AB dışında ülkelerle ticareti geliştirmek ve ortak AB fonlarından faydalanmak suretiyle telafi etme olanakları da yeterli değildi. Bu durumda, bu ülkeler açısından, kendi ihracatlarını pahalılaştıran avronun dış değeri ve prestijini bari borçlanmada değerlendirmek seçeneği ehven-i şerdi! Almanya karşısındaki ticaret açıkları ve rekabet zayıflıkları bu yolla telafi edilebilirdi. Kısacası, bu tür ülkeler, ortak para birimi cenderesi içinde, devlet borçlarını artırmaya adeta mahkum bırakılmışlardır!
Ekonomik çarkların borçla döndürülmesinden başta da Almanya faydalanmıştır. Almanya, sahip olduğu ihracat gücüyle, borçla sağlanılan kaynakların da önemli bir kısmının Alman ürünlerine harcanmasını başarmıştır! Yani Alman mali sermayesi; bankacı yüzüyle verdiği borcu, sanayici yüzüyle yeniden cebine indirmiştir. Böylelikle hem ürünlerindeki artı-değeri realize etmiş ve hem de ilgili ülkelerde yaratılan ve yaratılacak olan artı-değere faiz yoluyla ortak olmuştur. Üstelik avro sayesinde bu ticaretini hiçbir döviz kuru riski taşımadan sürdürebilmiştir.
Ancak, ekonomik kriz, avronun açtığı bu cennet kapılarının kapanma riskini gündeme getirmiştir. Nitekim krizin; devlet borçları ve bütçe açıklarını kritik bir noktaya sürüklediği bir aşamada, yani krizin devletlerin mali olanaklarını alabildiğince sınırladığı koşullarda ve Alman devletinin mali kaynaklarını başta kendi sermayesi için kullanmak zorunda olduğu bir dönemde, avro bölgesindeki dengesizlikleri borçlarla dengeleme yöntemi artık olanak yaratıcı değil, olanak tüketici olmaktadır. Bu durumda yapılması gereken bellidir: Devlet harcamalarını kısmak, gelirlerini ise artırmak. Almanya’nın Avro Bölgesi’nin devletlerine dayatmaya çalıştığı bu kriz programında şunlar yazılıdır: Krizin yükünü ve avronun yol açtığı dengesizlikleri ne benim ne de başkalarının verdiği borçlarla değil, kendi ülke emekçilerinizin ümüğünü daha fazla sıkarak telafi etmeye çalışın!
KRİZİN DEĞİŞEN YÜZLERİ
Dünya ekonomik krizi, görüngü biçimini değiştirerek ilerlemekte; menkul kıymetler krizinden, finans krizine, finans krizinden kamu borçları ve bütçe açığı krizine ve buradan da giderek siyasal krizlere dönüşmektedir.
Dünya ekonomik krizi dolayısıyla hükümetler, toplam 33 trilyon 500 milyar dolar devlet güvenceleri vermiş bulunuyorlar! Şimdilerde ise, güvence verenlere güvenceler gerekmekte! Bu arada, AB Komisyonu alarm sinyalleri vermekte: 2009 yılında AB içinde devlet borçları ortalaması yüzde 11.5 oranında artarak GSYİH’nın yüzde 73’üne tırmanmış. Bu, “Avrupa’da barış koşullarında gerçekleşen en büyük artış” olarak açıklanmakta. Ve Komisyon’a göre, 2007-2011 yılları için tahmin edilen artış oranıysa yüzde 25!
Bu gidişatı durdurmak ve tersine çevirmek, sadece Alman bankalarının; Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya ve İrlanda’dan alacağı 536 milyar avro için değil; bundan daha önemlisi, AB içinde merkezkaç eğilimleri sınırlamanın, AB kisvesi altında denetim altına alınmış pazarların muhafazası ve işlerliği ve dolayısıyla “AB projesi”nin kendisi açısından da gereklidir.
Bugüne kadar AB, politik birliğini sağlamaksızın da işlevliydi. Ekonomik entegrasyonun talep ettiği politik birliğe sahip olamama durumu, kapitalist dünyanın son on yıllarında sürdürülebilir idi. Girilen süreçte ama, yani dünya ilişkilerinde ciddi bir dönemeci ifade eden son ekonomik krizle birlikte, bu yarımlığın artık sürdürülemez bir hal almakta olduğu açığa çıkmakta.
Başka bir deyişle, dünya ekonomik krizi, özellikle AB’nin üzerine kurulu olduğu konjonktürel koşulları giderek daha fazla çözen bir süreci tetiklemiştir. Avro, şimdiye kadarki yapısını şekillendiren kuralların giderek işlemez olduğu bir para birimi durumuna gelmekte. Ortak finans, vergi ve ücret politikasının yoksunluğu gibi, avronun doğuşundaki “kusur”ların düzeltilmesi çabaları da beklenen sonuçları vermeyecektir.
Almanya ve kısmen de Fransa’nın bu bağlamda çare olarak ileri sürdükleri AB’nin kendi IMF’sini ve derecelendirme kuruluşunu kurması, bütçe açığı verme kurallarının sertleştirilmesi, dengesizliklerin avro ülkeleri arasındaki ekonomi politikaların “Daha iyi uyumlu kılınması” yoluyla azaltması ve aşırı borçlanmış devletler için yeni bir “İflas hukukunun geliştirilmesi” gibi tedbirler, sorunun kaynağına inmeyen tedbirlerdir.
Aslında, AB ve avro bağlamında, üye devletler için bir iflas hukukunu geliştirmeye ihtiyaç duyulması, başlı başına politik bir iflas anlamını taşımaktadır. Almanya’nın, bütçe açıklarını sürekli büyüten devletlerin AB Bakanlar Konseyi’ndeki oy hakkını iptal etme doğrultusundaki önerisi de (Avro Bölgesi ülkelerinin son özel zirvesinde bu öneri destek görmemişe benzemekte!), farklı bir anlam taşımamaktadır.
Sorun da zaten burada: Daha az değil, daha fazla Avrupa gerekli! Yani daha fazla merkezileşme kendisini dayatmaktadır! Ve daha az bütçe açığı, daha çok borç disiplini, daha düşük ücretler, daha az sosyal harcamalar! Avrupa Almanyalaşmalı kısacası!
Ama daha çok merkezileşme, başta da zayıf ülkeler için, daha fazla egemenlik haklarını, kendi sözlerinin pek para etmediği kurumlara devretmeleri demektir. AB’yi “ilerletme”, öncelikle de avroyu “kurtarma” çabaları; AB içindeki zayıf ülkeler açısından daha fazla boyunduruk ve baskı anlamını; halkları için ise daha çok sömürü, daha fazla yağma ve daha yaygın açlık anlamını taşıyacaktır artık. Bu nedenle, izlediğimiz aslında Yunan değil, Alman trajedisidir! AB’nin emperyalist, gerici ve emekçi düşmanı karakterinin, bizzat bu sürecin kendi doğal mantığı içerisinde daha da belirginleşmesi Almanya için trajik sonuçların kapısını açacaktır. Ya üstünlüğünün nimetlerini paylaşma esnekliliği sergileyecek ya da “AB aşkını” o tahripkar “aşırı sevgisiyle” öldürecektir!
Bu satırlar kaleme alındıktan sonra, pazartesi sabahına kadar süren özel zirveden çarpıcı bir kararın haberi geldi: Avrupa Merkez Bankası, gerekli olduğunda, Avro Bölgesi devletlerinin tahvillerini de satın alacağını açıkladı. Bunun için 700 milyar avroyu aşan özel bir fonun oluşturulacağı söylenmekte (ABD ve İngiltere Merkez Bankaları da geçtiğimiz yılda benzer bir yönteme başvurmuşlardı).
Bu karar, avro ülkelerinin, piyasalarda, avronun “prestiji”ne yakışır koşullarda para bulamadıklarının kabulüdür aslında. Böylelikle, son gelişmeler ve bu kararla birlikte; avronun ve “bağımsız” merkez bankasının tılsımı kaçmış bulunuyor! Avro karşıtı ataklar bu kararla şimdilik geri püskürtülebilir, ancak “avro projesi”nin aldığı darbe bugünden kabul edilen faturadan çok daha büyük olacağa benzemekte!

YUNAN HALKININ MÜCADELESİNİN ANLAMI

Yunanistan hükümetinden istenileni -örneğin bir yıl içinde yeniden borçlanmayı yüzde 6,5 azaltmak ya da 3 yıl içerisinde toplam 30 milyar avroyu, yani GSYİH’nın yüzde 13’ünü tasarruf etmek!- Almanya’ya uyarladığımızda şu anlama gelmekte: Almanya 2014’e kadar 300 milyar avro tasarruf etmeli, yani her yıl 60 milyar avro! KDV’yi artırması da fayda etmeyecek, dolayısıyla yatırımları kısmalı. Örneğin Ulaştırma Bakanlığı’nın 26 milyar avroluk toplam bütçesini tümden kıssa dahi, istenilen tasarruf düzeyine ulaşılmış olmayacak! Başka bir deyişle, bugüne kadar hiçbir hükümetin başaramadığı ve yeltenmediği bir düzeyde tasarruf yapılması beklenilmekte Yunanistan’dan!
Başta Alman olmak üzere, Avrupa’nın Türkiye de dahil tüm işçi ve emekçilerinin, Yunan halkı ve işçi sınıfıyla dayanışmasının özel bir önemi bulunmakta. Bilmek gerekir ki, Yunan emekçilerinin direnişinin kırılması ve Papandreou hükümetinin saldırı paketinin yaşama geçirilmesi, Avrupa sermayesi açısından başarıyla izlenebilir bir seçenek olarak her fırsatta diğer ülkelerin emekçilerinin karşısına çıkartılacaktır. Ölçüler yenilenmekte. Yunan emekçilerine giydirilmek istenilen ateşten gömlek, Avrupa’nın tüm emekçilerini yakacak ölçülerdedir! Bu gömleğin parçalanması, sadece Yunan emekçileri için değil, tüm Avrupa emekçileri için bir ölçü olacaktır!

YUNANİSTAN MALİYE BAKANI:YENİ ÖNLEMLER BAŞARISIZLIK DEMEK

Yunanistan Maliye Bakanı Yorgo Papakostandinu, bütçe açığının daraltılması yolunda yeni ekonomik önlemler alınması durumunda kalınmasının “Başarısızlık anlamına geleceği” değerlendirmesinde bulundu.
Yunan özel SKAİ televizyonunda yayınlanan bir programa katılan Papakostandinu, bütçe açığı, AB-IMF destek mekanizması ve ekonomik önlemler konularına değindi. Yunanistan’da şu ana kadar alınanların yanı sıra ek ekonomik önlemlere gidilmesinin başarısızlığın göstergesi olacağını söyleyen Maliye Bakanı, ekonomik önlemlerin hayata geçirilmesi konusunda herkesin ama önce kendisinin yargılanacağını belirtti.
AB-IMF destek mekanizmasının Yunanistan’a 110 milyar avro tutarındaki yardım kararına da değinen Papakostandinu, “Yardımın alınması için konulan şartların çok güç olduğunu” söyledi. Maliye bakanı, IMF’nin başka şartları da gündeme getirip getirmeyeceği şeklindeki soruya ise, “Ben de sorduğum zaman ‘hayır’ demişlerdi ama bu 2 hafta önceydi” yanıtını verdi.

Evrensel'i Takip Et