15 Mayıs 2010 01:00
BAŞYAZI
CHPdeki kaset skandalı ve referandumla ilgili gelişmeler günlük basın ve TVlerin haber programlarını adeta bloke etti. Kaset skandalıyla istifa etmek zorunda kalan Baykal, sanki bir ermiş, büyük politika dehası (Deha olsa kaset kurbanı olur muydu demeyin!), muamelesi görüyor ve sayfalar onun CHPyi yeniden dizayn etme hamlelerine ayrılıyor. Ama Başbakan Erdoğan, Baykalın kasetle sağladığı popülerlik ve saygınlığı kıskandığını belli edercesine, kendisini ortalığa attı. Olup biteni, kendisine pek de yakışmayan kibarlığı bir yana bırakan Erdoğan; halk diliyle ifade ederek gündeme balıklama daldı: Karısını aldatan adama mağdur denmez!
Böylece; kaset ve CHPye kim başkan olacak konusu herkesi baymışken, Erdoğanın çıkışı basına yeni bir malzeme sağladı.
Basının öteki kadim konusu ise referandum ve anayasa değişikliği konusu! Referandumun Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından 12 Eylüle ertelenmesi gibi tamamen teknik bir karar, siyasi bir tartışmaya dönüştürülüp; O onu dedi; bu bunu yoluyla uzun uzun sayfalarda ve haber programlarında yer alıyor. Ya da YSKnın ertelediği tarih 12 Eylül diye, Anayasa değişikliği paketi ile 12 Eylül tarihi arasında mistik ve halkın bilincini çarpıtacak paralellikler kuruluyor; AKPnin değirmenine su taşınıyor. Üstelik AKP ve anayasa değişikliğinin böyle yapılmasına karşı çıkanların bir bölümü bile kendilerini bu mistik paralellikten koruyamıyor.
Ama Türkiyenin emekçilerinin, örneğin 26 Mayısta yapacakları, en azından yapıp yapmamayı tartıştıkları genel grev basında haber değeri bulmuyor.
Bunda elbette basının haberle halkın, emekçilerin ihtiyaçları ve onların bu ihtiyaçları giderme üstünden giriştikleri faaliyetler arasındaki bağı koparan bir habercilik anlayışına sahip olmasının önemli bir rolü var. Ancak bundan da önemlisi (belirleyici olanı) sendikaların aldıkları kararın arkasında durmadıkları havasının yayılmasıdır. Nitekim aynı basın TEKEL mücadelesini de önce görmezden geldi; ama işçilerin ve sendikaların ciddiyetini görünce, dönüp TEKEL mücadelesini gündemine almak zorunda kaldı.
Konfederasyonlar aslında en azından geçtiğimiz pazar gününden beri 26 Mayıs genel eylemini yoğun bir biçimde tartışıyorlar.
KESK Danışma Meclisi; 26 Mayıs için öncenden alınan kararda ısrar edeceğini açıklarken, kendi imkanlarıyla da çalışmaya başladı. Ama Türk-İş Başkanlar Kurulunda, kıldan çöpten nedenler üstünden böyle bir eylem için tam bir fikir birliğinin oluşmadığı anlaşılıyor. Kimisi; Önceden bize sorulmadan karar alınmıştı diye sitem ediyor; kimisi sessiz kalıyor; kimisi de Bu eylemi yapmalıyız diye ısrar ediyor. Kimse de bu eylemi yapmamalıyız diye diretmiyor. Sonuçta; karar için konfederasyon yönetimine yetki veriliyor.
Burada Türk-İşin üst yönetiminin kararı önemli olacak görünüyor. Çünkü KESK olumlu karar vermiştir. DİSK dün toplanmıştı. (Bu yazı yazıldığında henüz kararı belli değildi) Kamu-Sen ise; yapmayalım diyordu. Ancak Türk-İş ve KESK kararının arkasında durursa (DİSKin de olumlu karar alma ihtimali var) Kamu-Sen de böyle bir eylemin dışında kalamaz. Çünkü nihayet Kamu- Sen mücadelede yer alarak, sendika olarak itibarının arttığın görmüştür ve eylemin dışında kalırsa 25 Kasım ve 16 Aralıktaki başarısı da gölgelenir. Ve dahası mücadelenin verdiği tadı tatmış olan Kamu-Sen tabanındaki emekçilerin de böyle bir eylemin dışında kalması da zor olacaktır.
Açıktır ki; 26 Mayıs eyleminin önemi sadece emekçilerin en sıcak taleplerini hatırlatmasından gelmemektedir. Eğer emekçiler gündeme müdahale etmezse; Baykallı Erdoğanlı, referandum tarihi üzerine çeşitlemeli haber ve gevezelikler bütün yazı kapsayabilir. Bunu için bile 26 Mayısın ertelenmemesi ve başarılı bir eylem olması özel bir önem kazanmıştır. Çünkü ülke gündemine müdahale etmek, emeğin taleplerini gündeme getirmek ve emekçiler arasında tartışmaya açmak; siyasetin sorunlarına emekçiler cephesinden müdahalenin kapısını da açacaktır.
26 Mayıs ülkemiz emek güçlerinin böyle bir mevzi kazanması için de ısrar edilmesi gereken bir eylemdir.
İHSAN ÇARALAN
Evrensel'i Takip Et