16 Mayıs 2010 00:00

BAŞYAZI

Başbakan Erdoğan’ın yanına 10 bakan ve 100’den fazla da işadamını alarak Atina’ya yaptığı ziyaret; çevreden ekonomiye, sanayiden savunmaya 22 anlaşmanın imzalanması, iki ülkenin bakanlarının ortak bakanlar toplantısı yapması gibi jestlere de sahne oldu

Paylaş

Başbakan Erdoğan’ın yanına 10 bakan ve 100’den fazla da işadamını alarak Atina’ya yaptığı ziyaret; çevreden ekonomiye, sanayiden savunmaya 22 anlaşmanın imzalanması, iki ülkenin bakanlarının ortak bakanlar toplantısı yapması gibi jestlere de sahne oldu.
Bu ziyaretle ilgili olarak Yunanistan’da resmi tavır; “Komşunun zorda kalan Yunanistan’a dost eli uzatması” olsa da genel olarak halk ve basında; “Zorda kalan Yunanistan’a Türkiye’nin tepeden bakma fırsatını kaçırmaması”, “Erdoğan’ın bir Osmanlı Sultanı havasında Yunanistan’a geldiği” biçiminde eleştirel bir yaklaşımın olduğu belirtiliyor.
Yunanistan’da krizin patlak verip de Almanya başta olmak üzere batı basınında Yunanistan’ı aşağılayan; “Adalarınızı satın krizden çıkın”a kadar varan aşağılamalar karşısında Türkiye’de hükümet ve yetkililerin bıyık altından gülümser biçimde alay etmesi, Yunan halkını suçlayan Alman tutumuna destek vermesi ve basında açıkça Yunanistan’la alay eden haber ve makaleler çıktığı ve genel tutumun bu olduğu düşünüldüğünde Yunan halkının ve basının tepkisinin çok yanlış, milliyetçi önyargılardan kaynaklandığı da söylenemez. Hatta hükümetin, “Denize düşen yılana sarılır” tutumuna karşın halkın tutumunun daha gerçekçi olduğu bile söylenebilir!
Tabii burada Erdoğan’la Yunanistan’a giden ama bir gazeteciden çok hükümet ajanı, IMF ve AB propagandacısı gibi dolaşıp; Yunanistan halkının AB ve IMF’nin dayattığı “kriz önlemleri”ne karşı direnişini alaya alıp “IMF ile yaşama”, “Krizden çıkmak için fedakarlık etme” konusunda öğütler veren tutumları da herhalde Yunanistan halkı için ayrıca dikkat çekicidir. Üstelik öğütler sadece “krizle” sınırlı da kalmadı; kendini tutamayan Başbakan gazeteci eleştirme alışkanlığını, Yunanistanlı gazetecileri de eleştirerek, onlara küçük çaplı bir gazetecilik dersi vererek sürdürdü! Türk gazetecileri “TSK’yı eleştiriyorlar” diye sıkça azarlayan Başbakan Yunan gazetecilerini “Askeri üslerdeki propagandacılar” gibi davranmakla suçladı.
Resmi görünüşe gelince; Papandreou ve Erdoğan’ın ağızlarından bal damlıyor! Birkaç sözcük oyunuyla sorunların çözülüverileceğinin sanılmasını isteyen tutum iki başbakan için de bir ihtiyaç. Tayyip Erdoğan için “Türkiye’nin en kronik sorunlarını çözen başbakan” imajını güçlendirmek ve eski Osmanlı topraklarında “Ecdat izlerine basmak” önemliyken Papandreou için de “Şu zor zamanda Türkiye ile iyi ilişkiler” önemli.
Ancak gerçekler biraz daha farklı. Ticaret, turizm, adalara günlük vizesiz seyahat, ya da “Patriğin ekümenlik”, “Batı Trakya Müftüsü’nün seçimle gelmesi”, “it dalaşı”yla ilgili çözümler şöyle ya da böyle olur, dendiği gibi olursa da iki ülke için de iyi olur. Ancak; “Tarihi önemde ziyaret”, “Bir kalemde 22 anlaşma imzalama başarısı” filan denerek Kıbrıs ve Ege sorunu gibi iki ülkeyi yönetenler için “varlık yokluk” sorunu olan sorunların sadece etrafında dolaşıldığı gözleniyor. Ve bu iki sorun iki ülke için yarım yüzyıldan beri bir dış sorun gibi görünse de aynı zamanda ve daha fazla bir iç politika sorunu! Çükü; bu iki sorun, iki ülkenin her renkten hükümetleri için gündemi diledikleri gibi belirlemek, milliyetçiliği ve şovenizmi kışkırtarak halkları yedeklemek için kullandıkları en önemli sorunlardır. Bu yüzden de ne Papendreou ne de Erdoğan bu konulara girmediler; sadece yakında atılacak adımlar için iyi dileklerini ifade ettiler.
Hele Erdoğan’ın “İkinci Dünya Savaşı’nda savaşa girmeyerek, Yunan adalarını alma fırsatını kaçırdığı” için İsmet İnönü’yü “korkak”, 1974’te Kıbrıs’ın işgalinde, “Türk askerinin önünde eli kılıçlı yeşil cübbeli şehitlerin savaştığını” (*)iddia eden bir dinsel-siyasi kültürden geldiği göz önüne alındığında bu başlıca iki sorunda çözücü olması elbette çok zordur.
Erdoğan Hükümeti; son ayarda dış politikada atak üstüne atak yapıyor görünmektedir. Ama bu atakların önemli bir bölümü propaganda edildiği önemde birer dış politika hamlesi değildir. Ancak bunlar içinde Rusya ile yapılan anlaşmalar son derece önemlidir. Ne var ki burada da yönlendirici ve asıl mevzi kazanan Rusya olmuştur. Rusya enerji konusunda ki egemenliğine nükleer enerjiyi de katarak, Türkiye’nin elini kolunu bağlamıştır.
(*) Bu işgal sırasında Başbakan Yardımcısı olan Erbakan bu iddiayı öne sürmüş; savaşa katılan kimi askerleri bu iddiasına tanık göstermişti.
İHSAN ÇARALAN
ÖNCEKİ HABER

CUMARTESİ ANNELERİ’NDEN ÜSKÜL’E TEPKİ

SONRAKİ HABER

‘Birlik,kardeşlik, dostluk yaşanmalı bu topraklarda’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...