16 Mayıs 2010 00:00
Tembel Yunanlı işçiler efsanesi
Yunanistandaki kriz manşetlere taşındığından bu yana; burjuva basında Yunanistanda nasıl da çok fazla sayıda kamu çalışanı olup çalışma haftasının nasıl da çok kısa olduğuna, insanların erkenden, hem de şişkin emeklilik maaşlarıyla, emekliye ayrıldıklarına ve bilumum benzer konuda pek çok hikaye ortaya çıktı
Yunanistandaki kriz manşetlere taşındığından bu yana; burjuva basında Yunanistanda nasıl da çok fazla sayıda kamu çalışanı olup çalışma haftasının nasıl da çok kısa olduğuna, insanların erkenden, hem de şişkin emeklilik maaşlarıyla, emekliye ayrıldıklarına ve bilumum benzer konuda pek çok hikaye ortaya çıktı. Sanki krizin nedeni bunlarmış gibi. Ancak gerçeklerle rakamlar çok inatçı olabiliyorlar ve bu durumda her ikisi de bambaşka bir hikaye anlatıyor.
Son günlerde Avrupa burjuva medyasının, özellikle de boyalı basını tarafından Yunan işçi sınıfına karşı yürüttüğü benzeri görülmemiş bir karalama kampanyasına tanık olduk. Bu kampanya belirgin bir şekilde işçi sınıfını hedef alıyor. Bu kampanya Avrupalı işçileri kandırmayı amaçlıyor ve açık ki hedefi de, Avrupalı işçilerin, hem Yunan hem de yabancı sermayedarlarca acımasızca saldırılan Yunanistan işçi sınıfıyla sınıf dayanışması gösteren uluslararası eylemler örgütlemelerini engellemek.
Bu kampanyada ileri sürülen ilk palavra üç aşağı beş yukarı şöyle bir şey: Bu tembel Yunanlılar yok mu? Hem ortada hiçbir neden yokken durmadan grev yapıyorlar sonra da kendi tembelliklerini finanse etmek için koşarak Avrupalılardan yardım istiyorlar.
Avrupa soluyla uluslararası işçi hareketinin tabandaki unsurlarına gerçekler anlatılmalı. Müsaadenizle bazı gerçeklere göz atalım. Avrupa Birliği İstatistik Kurumu Eurostata göre, Yunanlı işçiler ortalama olarak Avrupalıların geri kalanından daha uzun saatler çalışıyorlar. Yunanlı işçiler haftada 42 saat çalışırken, Avrupa Birliğinin (AB) 27 üye ülkesindeki ortalama çalışma haftası 40.3, Avro Bölgesinde ise 40 saat. Bir numaralı palavrayı böylece eleyebiliriz.
Tekrar Eurostata dönecek olursak, Avro Bölgesinin geri kalanıyla karşılaştırıldığında en çok sayıda düşük ücret alan özel sektör çalışanlarının olduğu ülke Yunanistan. Yunanistandaki ortalama brüt aylık ücret, sosyal güvenlik ve vergiler de dahil olmak üzere, 803 avroyken [yaklaşık 1063 ABD doları]; örneğin İrlandadaki en düşük brüt aylık ücret 1300, Fransada 1250 ve Hollandada 1400 avro. Dolayısıyla iki numaralı palavra da gerçek rakamların ciddi bir şekilde incelenmesine karşı direnebilecek durumda değil.
Özel Sektör İşçi Sendikaları Konfederasyonu GSEEnin Emek Enstitüsüne göre, Yunanistandaki son hükümetler tarafından mevcut kriz henüz patlamadan dayatılan kemer sıkma programları özel sektördeki reel ortalama ücretlerini halihazırda 1984 düzeylerine geriletmişti bile.
Ya emeklilik yaşı ve emeklilik maaşlarının düzeyine ne demeli? Burjuva medyaya inanacak olursak; Yunanlılar, hepsinin erkenden hem de çok hoş, yüksek maaşlarla emekli olabildikleri adeta bir işçi cennetinde yaşıyorlar. Tekrar söylemek gerekirse, gerçekler ve rakamlar inatçı olgular ve bu durumda bambaşka bir tablo çiziyorlar. Yunanistandaki ortalama emekli olma yaşı 61.4 ki bu Avrupa ortalaması olan 61.1in biraz üstünde.
Pekiyi ya o şişkin Yunan emeklilik maaşlarına ne oldu? GSEE Emek Enstitüsüne göre, Yunanistandaki ortalama emeklilik maaşı ayda 750 avro [yaklaşık 990 ABD doları]. Bu rakam İspanyada 950, İrlandada 1700, Belçikada 2800 ve Hollandada 3200 avro. Dahası bu rakam, emeklilik yaşı 65ten 67ye yükseltilirken emeklilik maaşlarında da yüzde 30la yüzde 50 arasında kesintiye giden yeni hükümet önlemlerinin alınmasından önce belirlenmiş bir rakam.
Üstelik GSEE ile Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu ADEDYnin 2009daki ekonomi ve istihdam düzeylerine ilişkin ortak yıllık raporuna göre; mevcut dört buçuk milyonluk iş gücünün bir milyondan fazlası hiçbir sosyal sigorta ya da yasal koruma olmaksızın çalışmaktadır. Yunanistan Çalışma Bakanlığınca kurulan Sosyal Güvenlik Komisyonunun raporuna göre bu rakam toplam iş gücünün yüzde 30una tekabül etmekteyken ABnin geri kalanında bu koşullarda çalışan işçi yüzdesi toplam iş gücünün yalnızca yüzde 5 ila yüzde 10u civarındadır.
Ve tüm bunlar kimin suçu? Sigorta primlerinin, bir kısmını da kendileri ödeyen (Geri kalanı da işçilerin ücretlerinden kesilmektedir) patronlar tarafından hesaplanıyor olması gerekir. Ama bu, işçilerin yasal olarak bildirilmesi ve edinilen kârlar üzerinden vergi ödemek anlamına gelecektir. Patronlar ise büyükçe sayıda işçiyi yasa dışı olarak, kayıt dışı ekonomide kiralamayı ve böylece hem devlete verilecek vergilerde hem de sigorta primlerinde tasarruf etmeyi tercih ediyorlar. Patronlar son yıllarda ödemeleri gereken vergilerin tümüyle sosyal güvenlik fonlarını ödemiş olsalar; durum bugün geldiği kötü noktaya yaklaşmazdı bile. Bu durumdan kâr sağlayanlar Yunanlı sermayedarlarla yabancı yatırımcılar. Ama onlar kimi suçluyor? Elbette ki, Yunanlı işçilerle yoksulları!
Tüm bunlara ek olarak Yunanistan yaklaşık 300 bin Fason serbest meslek sahibi işçi gibi bir olguya sahip. Bu işçiler gerçekte kendilerini serbest meslek erbabı olarak göstermeye zorunlu kılınmış işçiler. Aslında çalışma biçimini, zamanını, yerini ve koşullarını serbestçe tayin edebilecek bir patron için çalışıyorlar ve dolayısıyla bu tarz çalışma özde bir patronun olduğu bir istihdam biçimi olup tek fazladan yararı patronun, resmi olarak işçinin müşterisi olması nedeniyle, işçiyi istediği zaman işten atabiliyor olması.
Patronlar bu tarz istihdamı tercih ediyorlar çünkü bu işçiler yasal olarak çalışan muamelesi görmüyorlar; aylık ücret, ücretli izin gibi işçi sınıfının geri kalanıyla aynı yasal haklara sahip değiller. İşverenler onları, herhangi bir tazminat ödemeksizin, diledikleri gibi işten atabilmektedir. Listeye aynı zamanda, büyük çoğunluğu tam zamanlı çalışıp da yarım zaman için ücret ödenen 200 bin yarı zamanlı çalışanı da eklemeliyiz.
Karalama kampanyasında, Yunanistandaki sözde aşırı sayıdaki kamu çalışanına ilişkin haberler de yer aldı. Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) raporlarına göre, Yunanistandaki kamu çalışanı sayısı toplam iş gücünün yüzde 22.3ünü temsil ederken bu oran Fransada yüzde 30 İsveçte yüzde 34, Hollandada yüzde 27, İngilterede yüzde 20 ve son olarak da Almanyada yüzde 14. Buradan görebildiğimiz üzere; Yunanistan aslında ortalamanın altında. Ancak burada akılda tutulması gereken en önemli nokta; kamu sektör çalışanlarının 300 bini belirli süreli sözleşmeyle çalışıyor ki bu da diğerlerinden çok daha düşük ücret aldıkları ve çok daha az hakka sahip oldukları anlamına geliyor.
Son yıllarda kamu çalışanları ücretlerinin yükselmesinden ziyade tam tersi bir olguya tanıklık ettik. Kamu Sendikaları Konfederasyonu ADEDY tarafından hazırlanan bir rapora göre, 1990 yılından bu yana sürekli olarak uygulanan kesintiler nedeniyle, kamu çalışanlarının toplam reel gelirleri yüzde 30 oranında düştü. Son dönemlerdeki hükümetler, reel ücret artışlarındansa kamu çalışanlarına ödenekler vermeyi tercih etmişlerdir. Bu ödenekler ne yıllık ücret artışlarına dahil edilmiş ne de emeklilikteki maaş düzeyleri hesaplanırken dikkate alınmıştır.
Burjuva propagandanın sözünü ettiği diğer bir konu da, Yunanlı işçilerin Avrupalı emsallerinden daha yüksek ücretler aldıkları izlenimini yaratma çabasıyla, sözde 13. ve 14. maaşlar olarak adlandırılan ücretlere saldırmaktır. Gerçekte ise bu fazladan maaşlar, en yoğun dönemlerde (yani tatil dönemleri) ticari ve turizm alanında büyümeyi kolaylaştırmak için, toplam yıllık geliri parçalamanın bir yöntemi olarak Noelde (13 maaş), Paskalyada (14 maaş) verilen ikramiyelerle ödeneklerden ibaret. Zira Yunanistanın ekonomisi temel olarak ticaretle turizme dayanıyor. Hükümetin aldığı yeni önlemlerle kamu çalışanlarıyla emekliler her ikisini de kaybediyorlar. Aynı zamanda dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da; tüm maaş düzeyleri, Yunanlı işçilerin ücretlerine ilişkin yukarıda bahsedilen tüm gerçekler ve rakamlar bu ek maaşlarıda içeriyor.
Yunanistandaki hayat pahalılığındaki devasa artışa bakacak olursak, varlıklıYunanlı işçiler efsanesi de nihai olarak ortadan kalkacaktır. Ücretler ve maaşlar Avro Bölgesinin en düşükleri arasındayken, temel ihtiyaç ürünlerinin fiyatları uçmaya devam ediyor. Birkaç örneğe göz atalım. Yunanlılar bir diş fırçası için 3.74 avro öderken aynı diş fırçasının fiyatı İngilterede 2.46 avro (yüzde 52 daha ucuz). Yunanistanda 3.1 avro olan bir kutu meşrubat Belçikada 2.76, Fransada 2.3 ve İngilterede 2.68 avro. En belirgin örnekler ise, bir fincan kahve ya da çay: Yunanistandaki ortalama fiyat 3 ila 3.5 avro ve bu çoğu Avrupa ülkesindeki ortalamanın 2 katından daha yüksek.
Elbette bu aynı dönemde içerisinde refah içerisinde, hem Avrupa hem de küresel olarak karşılaştırıldığında rekor seviyelerde bir zenginlik içinde yaşamakla suçlanabilecek Yunanlılar da yok değil. Ancak bu unsurları Yunan işçi sınıfı içerisinde bulmak mümkün değil. Geçtiğimiz on yılın ilk yarısında Yunanlı sermayedarlar her zaman küresel ölçekteki kârlılık tablosunun ilk üçünde yer aldılar. Yunanlı bankacılar ise şimdi bile Avrupadaki en yüksek faiz oranlarına sahipler. Bu tesadüfi bir durum değil. Kârlarının asıl temeli, Avrupadaki en düşük ücretlere sahip iş güçlerinden birisini çalıştırıyor olmaları. Buna bir de, söz konusu iş gücünün kayda değer bir kısmını vergiler ve sosyal güvenlik primlerinde muazzam miktarlarda tasarruf yapmalarını sağlayan kayıt dışı ekonomi de istihdam ettiklerini eklemek gerekir.
Tüm bunlar Avrupanın geri kalanındaki işçilerin çok daha iyi yaşam koşullarına sahip oldukları anlamına gelmiyor. Bugün Yunan işçi sınıfına yapılan yarın Portekiz işçi sınıfına, ondan sonra da İtalyan, Belçikalı, İngiliz işçilerine yapılacaktır. Kapitalistlerin neler yapabildiklerine şimdiden İrlandada tanık olduk. Yunanistan yalnızca, çok yakın zamanda Avrupanın geri kalanında olacakların tadına bakılmasından başka bir şey değil.
Burjuva medyanın yapmaya çalıştığı şey bir işçi sınıfını diğerlerine kırdırmak. Avrodaki mevcut krizin suçunu Yunanlı işçilere yükleyerek onları günah keçisi olarak kullanıyorlar. Bütün bunlar da tüm Avrupada bulunacakları saldırıların bir hazırlığı mahiyetinde. Hiç şüphe yok ki yarın da, tembel Portekizlilere, tembel İtalyanlara ilişkin hikayeler duyacağız. Muhakkak ki İngilterede, sosyal güvenlik otlakçıları, yani işsiz durumdaki işçilere karşı yürütülen kampanya hız kazanacak ve sonra da Alman sermayedarların aslında Alman işçilerinin de otlakçı olduklarını ve onların da çok uzun zamandır günlerini gün ettiklerini ve artık bazı fedakârlıklardabulunulmasının vaktinin geldiğini keşfedecekleri gün gelip çatacak.
Avrupa işçi sınıfı bu kampanyanın yanıtsız kalmasına müsaade etmemelidir. Bu kampanyaya karşı çıkmak ve gerçeği söyleyerek krizin suçunu asıl krize neden olanların, yani Avrupa ve dünya kapitalist sınıfına yüklemek bütün Avrupa ülkelerindeki emek hareketi örgütlerinin görevidir.
Avrupalı işçiler, AB tarafından vahşice saldırılan Yunan işçileriyle dayanışma içinde olmalı ve önce Avrupalı işçileri Yunan işçilerden ayırıp sınıfı bölme sonra da bunun üzerinden krizin yükünü bir bütün olarak Avrupalı işçilere yıkma çabasına karşı birlikte mücadele etmek zorundadırlar. Bu Avrupa çapında bir mücadeleyi gerektirecektir. Tüm ülkelerde benzer koşullar yaratılıyor. Tüm ülkelerde saldırı aynıdır. Gereken şey, krizin sorumlularının krizin yükünü çekmesine yönelik olan ve gerçekten tembel olanların, hiçbir şey üretmeyenlerin, işçi sınıfının alın teri üzerinden geçinenlerin, sanayicilerin, bankacıların, finans spekülatörlerinin, armatörlerin ve büyük ticaret zincirlerine sahip olanların mülksüzleştirilmesini sağlamayı hedefleyen, sınırları aşan enternasyonal bir dayanışma ve sosyalist bir Avrupa için mücadeledir.
Kaynak:http://www.marxist.com/myth-of-lazy-greek-workers.htm