17 Mayıs 2010 01:00

EKONOMİ VE POLİTİKA


Umuyorum yanlış düşünüyorumdur! Zira, görebildiğim kadarıyla demokrasi adına işler o kadar karıştı ki, gerçekten çok üzülüyorum. Yukarıdan demokrasi adına yasaları değiştirenler, demokrasi kurallarına uymadığı gibi getirilen değişikliklerin de demokrasi ile uzaktan yakından bir ilişkisi yok. Alt düzeyde toplumsal ve kurumsal ilişkilere baktığımızda da, hiçbir yasal düzenlemeye gerek olmadan, bireylerin salt ahlaksal kurallarla oluşturabilecekleri demokratik ortam giderek yozlaşmakta ve çirkinleşmektedir.
Meclis’te büyük çoğunluğu olan bir parti anayasa denen çok temel bir yasayı, üstelik de kendisinin de uyacağı bir kurallar dizisini, kendi oyları ile değiştirmeye kalktı ve maalesef, büyük bir inatla bunu şimdilik becerdi de!
Bu tasarıyı Cumhurbaşkanı da beş gün gibi kısa bir zamanda onaylayıverdi. Hız önemlidir, ama bazı işlerin yavaş ve iyice anlaşılarak yapılması elzemdir. Meclis’teki tartışmalar esnasındaki kavgalar, o esnada toplumda yaşanan çalkantıları cumhurbaşkanı şöyle bir sakin kafa ile ve çok yönlü araştırma ve tartışma yaparak tasarı üzerindeki tasarruf yetkisini öylece kullansa idi daha iyi olmaz mıydı?! Umarım, cumhurbaşkanı ileride bir hicap duygusuna kapılmaz!
Geçen günlerde bir TV kanalında bir hükümet sözcüsü, HSYK’nın nasıl daha özgürleştiğini anlatırken, kurullarda adalet bakanının ve müsteşarın bulunmasının ve atama biçiminin sakıncasıne hiç değinmeden, kurulun bir binası olacağını, bir sekreteryası olacağını ve daha başka şeyler de söyleyerek durumu aydınlığa kavuşturmaya çalıştı. Doğrusu çok şaşırdım ve üzüldüm!
Anayasa metninin parlamentoda oylama biçimi bir yana; hele de halk oylamasında izlenecek yöntemin, sanırım vicdan sahibi her bireyin de düşüncesine tercüma olarak, totaliter yönetimlerin izlemeyi yeğledikleri yöntemden farklı olmayacağını söylemek yanlış olmaz. Kuvvetler ayrılığının bu denli tahribatı, ancak bir ülkenin idari yapısını yıkmaya çalışan yabancı güçlerin eseri olabilir, diye düşünceye kapılıyorum.
Bu arada aydın geçinen meslekdaşların ve yazar-çizer takımının, ekonomiyi es geçerek siyaset ve yönetsel yapı üzerindeki tartışmaları bu denli öne çıkarmasını; bunun da ötesinde, gerçekleştirilen gerçek yıkım çabalarına bu denli destek olmalarını anlamak gerçekten olası değildir. Umarım bu arkadaşlar da yarın bugünlerin ve bugünlerde takındıkları tavırların üzüntüsünü yaşamazlar.
Türkiye’de bürokratik, askeri ve yargısal kurumların bu denli tahrip edilmesinin, salt iç siyaset işi olmadığı gibi, iç güçlerin bu kadarına aklı ve gücü de yetmez diye düşünüyorum. Deniz Baykal’a ABD’den gelen mesajın, Türkiye’de AKP misyonunun durumu ve yeni misyon için yapılan hazırlıklar açısından fevkalade önemli olduğunu düşünüyorum. Bu mesaj ve Baykal’ın bu mesajı açık etmesi, sadece samimi dost dayanışması(!) olarak algılanamaz. Ama diliyorum ki, demokrasi adı ve görüntüsü altında yapılanlar söz konusu güçlere ve yandaşlarına Türkiye’de olağanüstü hareket serbestisi sağlayamadan, bu uykudan uyanalım ve demokrasi adına içirilmeye çalışılan bu acı ilacı içmemekte güçlü bir şekilde direnelim.
Bir yaşam tarzı ve toplumsal yönetsel tarzı olarak demokrasinin olmazsa olmaz bir ayağı ekonomik koşullar, diğeri ise ekonomik altyapı üzerinde geliştirilmiş ve içselleştirilmiş davranış kodlarıdır. Bazı davranış kodlarının ise ekonomik altyapı ile doğrudan ilişkisi olmayıp, despotik davranış biçimi olarak açıklanabilir. Bu konuda iki örnek vermek istiyorum. Birincisi, üniversitelerimizde dekan atamalarının fakültelerin tercihleri alınarak yapılmasının bir türlü uygulanmaması ve üniversite gibi bir kurumda rektörlerin memur atar gibi dekan atama işlemlerini başlatmasıdır. Böyle bir uygulama, üniversiteye olduğu kadar bizzat rektörlere de yakışmamaktadır.
Bu konuda ikinci örnek ise son hafta başıma gelen ve beni fevkalade üzen olaydır. Rahmetli Prof. Dr. Türklan Saylan için bir anma toplantısına çağrıldığımda, şehrin valisinin konuşma metnini görmek istemesi beni fevkalade rahatsız etti. Arada Türkan Hoca’nın adı olmasa idi bu talebi reddederdim. Bu ülkede bir emekli öğretim üyesinin izinli bir toplantıda ne konuşacağını vali denetliyorsa, durum vahim demektir! Demokrasi aşığı değerli meslekdaşlarına saygı ile sunarım; acaba bu değerli arkadaşların davranışları da fikirsel despotizme mi girer?!
İZZETTİN ÖNDER

Evrensel'i Takip Et