24 Mayıs 2010 01:00

EVRİM/DEVRİM


Bir haftadır tüm medyada CHP ve Kılıçdaroğlu var. İkisiyle ilgili yazılmayan ve konuşulmayan kalmadı gibi.
Rüzgar dendi; esti mi, önünde durulmaz dendi. Doğru, bir rüzgar var, esiyor. Üstelik, kaset imalatçıları bir yana, Kılıçdaroğlu’nun kendisi bile kendisini başkanlığa taşıyacak bu denli hızlı bir gelişme öngörmüyordu. Ama bir coşku ki şimdi, Ecevit bile böylesini var edememişti. Kongre salonunun içi ve dışı, gözlerinin içi gülen, bu kez kaderinin değişeceği umudunu taşıyan ve yerinde duramayan alt tabakalardan kalabalıkla dolu.
Kılıçdaroğlu, evet, dürüst. Ecevit’ten bile daha çok. “Ben zengin olmayacağım. Çocuklarım da zengin olmayacak” sözü önemli. Hem AKP ve Erdoğan eleştirisi olarak... Hem halkçı bir tutumun işareti olarak... Etrafının da zenginleşemeyeceği vurgusu, Ecevit’i sollatıyor.
Fazlasıyla halktan söz ediyor. Önemli... “Ben yok, biz var” sözü liberallerin birey ve bireycilik yüceltisi karşısına toplumun, toplumsal çıkarların çıkarılması türü özlemlere yanıt olarak ileri sürülüyor. Ve “yeniden sosyal devlet” önermesiyle tamamlanıyor. “Sanayici artık bu ülkenin kamu görevlisidir” diyor, ancak emeğin hakları ve işçi vurgusu fazlasıyla yoğun. İşsizlik ve yoksulluk, üzerinden yürünecek eksen olarak belirlenmiş ağırlıkta ele alınıyor Kılıçdaroğlu tarafından. Ve “Taşeronu gömeceğiz” diyor. Önemli...
Demokrasi ve demokratikleşme de Kılıçdaroğlu aracılığıyla CHP tarafından yeniden hatırlanıyor. Artık tek “demokrasi savunucusu”nun AKP olmayacağı anlaşılıyor. Üstelik Kılıçdaroğlu, yüzde 10 barajını indirme sözü de veriyor, özel yetkili mahkemelerin kaldırılması sözünü de... “Faşizme geçit yok” sloganıysa, Ecevit’in “Faşizmden hesap soracağız” sloganını hatırlatıyor. Etnisite ve inanca dair sorunların insanlık ve kardeşlik temelinde ele alınacağı genel söylemi ileri sürülüyor. Kürt sorunu, zor olan ulusal hak eşitliği savunulmadan yoksullukla mücadele ve emekçinin kardeşliği sorunu olarak konuyor. Burada kardeşlik bir değer kaybına uğruyor, ancak barış talebi sahiplenilerek bu en zor sorun aşılmaya çalışılıyor.
Ulusal değerlerin sahiplenilmesiyse, AKP “iktidarı”nın, emperyalizmin adı verilmese bile, ülkeyi başkalarının adına yöneten taşeron ilan edilmesiyle ortaya konuyor.
Bütün yaklaşımlarını sıralamak burada gerekmiyor. Ancak, Baykal’ın donukluğu ve yukarıdancılığıyla hizipçiliğinden kurtulmayla da birleşen, halkın iktidar olacak ve sorunlarını çözüp özlemlerini karşılayacak bir ciddi muhalefet arayışı, bunca coşkuyu ve halkçı söylemlerle açılan yeni kanalı koşulluyor.
Ama CHP bir işçi partisi değil. Sosyalist parti de. Bir düzen partisi CHP. Bir burjuva parti. Üstelik Baykal’ın yığınağını yaptığı derip çattığı bir parti. Düzenin “yedek lastiği” olagelmişti. Milliyetçilikte MHP ile yarışmaya yöneltilmişti.
Şimdi söylem ve tutum değişikliği belirtileri var. Ancak söylemle bir şeyin değişmeyeceğinin örnekleri çoktur ve bu nedenle örneğin H. Cemal, “Halkçı Ecevit fiyaskosu”nu yazıp durmuştur.
Kılıçdaroğlu yeni bir yüz, yeni bir söylemdir. Yeni bir tutum ortaya koyuştur. Kriz ortasında halkın arayışı üzerinden bir yenilenme atağıdır. Ama CHP de köklü bir partidir. Düzene fazlasıyla bağlıdır. Kırk yıllık Ö. Sav’ıyla, Baykal’ın tek tek belirlediği delegeleriyle; düzen savunuculuğu, yolsuzluk ve devlet olanakları yiyiciliği hırsıyla yanıp tutuşan oluşmuş kadroları ve yeniden “ben varım” diyen bir işe yaramayıp kenara çekilenleriyle, tam bir “gayya kuyusu”dur. Ecevit’inki gibi bir atağın ardından “yenilenme”nin düzmeceliği mi ortaya çıkacaktır? Kılıçdaroğlu, halkın ciddi bir hareketlenmesi üzerinden belirli bir mesafe mi alacak, halk hareketinin gelişmesine katkıda mı bulunacaktır? Görülecektir.
Liberalizm bir yoldur. Özkök’ün “istemediğim lider” dediği Chavez’inki bir diğer yol.
Şimdilik söylenebilecek olan, “eski hamam eski tas” değildir. “Dengeler” az ya da çok şimdiden değişmiştir.
MUSTAFA YALÇINER

Evrensel'i Takip Et