30 Mayıs 2010 00:00

Çocukların peşinde


Türkiye’de ana baba olmak bir çiledir. Her sınıftan insan için. Patron sınıfların ana babaları çocuklarının liseyi bitirmeden hangi işin patronu olacağını, yurtdışı mastırı sırasında hangi sınıfsal akranı ile baş göz edileceğini planlarlar, emekçilerin gittikçe uyandıklarını gördükçe uykuları kaçar. Çalışan sınıflardan ana babalar ise çocuklarının kaç yaşına kadar yaşayabileceği tasasındadırlar. Çok sayın Başbakanımız her aileden en az üç çocuğu boşuna istemiyor. Biri aşı fazlasından ya da aşısızlıktan ölse, biri kırda bulduğunu oyuncak sansa ya da belediyenin açık bıraktığı çukurda kalsa... birinin terli olduğu , cebinde sapan bulunduğu güvenlik güçlerince saptansa nolacak... Ne denmiş, bir çocuk hiç çocuk iki yok yok en az üç karar. Çalıştıran sınıflar için kız çocuk erkek çocuk fark etmez de... çalışan sınıfların kızlarının yazgıları da farklı. Ya bir teknik donanımlı büyüğün eline düşer toplu tecavüz kurbanı olursa, ya da... Aman aman düşman başından ırak! Büyüyüp okuyup aydınlanıp kaybedilen kızlar da eksik değil, kimsesizler mezarlığında izleri.
Bundan ötesi Cumartesi Anneleridir, Şehit Analarıdır, Barış Analarıdır, Barış için Kadınlardır... Sosyalist Feministlerdir, Amargi’dir...Çocuklar İçin Adalet Girişimi’dir.
Yaklaşık on yıl önce hapiste bir gazetecinin yazdığı Oğlumu İstiyorum adlı bir şiir vardı. Kayıp analarının ağzından yazılmıştı. Delikanlının tutukluluğu boyunca Adnan Özyalçıner hemen her toplantıda okumuştu. O şiirde analığın zorluğunu fiziksel olarak da anlatan dizeler vardı. “Bir fareyi olsun doğururken gördün mü” gibi bir dize var belleğimde. (Bir ananın dokuz ay yüreğinin altında bir başka yüreğin atışını duyuşunun şiiri yazılmadı daha. Çocuğu doğmadan tanıyışının tanımlanamaz duygusu.) Şimdi hep o çığlık yankılanıyor kulaklarımda. Maden göçüklerinde, iş cinayetlerinde, cezaevlerinin ziyaret günlerinde “çocuklarımızı istiyoruz!” diye haykırıyor bir koro. Analar babalar için çocukları hep çocuktur çünkü.
Elleri oyunlara, oyuncaklara yakışırken tutuklanan çocuklar için olduğu kadar bir şeyler denenmeli ölen/öldürülen çocuklar için.. Ağlamak hiçbir işe yaramıyor. Bunun için yapılacak en küçük ama önemli şey bu cinayetlerin farkında olduğunu göstermek belki. Bunun için yürüyüşlere katılmak gerekir, toplanan imzalara katılmak. Kamu oyu hareketlendirilmeli. Bundan sonra çığlıkları hiç olmaz ise sayıca azaltma yolları doğabilir. Çocuklara yönelik cinayetler için yapılacak şey bir kırmızı bileklik takmak şimdilik. Hüsnü Öndül yazdı perşembe günü gazetede. O yazıya bir göz atmanızı salık veririm...
Sonra bu toprakların şairlerinin ölü çocuklar için yazdığı şiirleri okumak gerekecek, yaşlı ölülerin kurdelesini katladığı, avutup uyuttuğu kız çocuklarının, şehit babasının yanına giderken ellerini doğduğu şehirde unuttuğundan çember çeviremeyen canı sıkılan çocukların şiirlerini. Bu şiirlerin İkinci Dünya Savaşı’nda ölen çocuklar için yazıldığını da hatırlayın. Bu şiirleri yazanların bu topraklardaki ölü çocuklar için neden yazdığı sorusu gelmesin dudaklarınıza. Öyle şiirler de var. Ama bütün o şiirleri yazanlar öldü. Kış güneşinin çocukların hesabını sormak için geri döneceğini yazan Doktor Şair Ceyhun Atuf da... Ölü Şairler Derneği’nin şiirleri hep gündemde. Hele Nâzım Hikmet’in “Çocuklara kıymayın Efendiler”i ile Ece Ayhan’ın “Meçhul Öğrenci Anıtı”. Darısı sağ olan şairlerin yazılacak şiirlerinin başına. Nâzım’ın ve öteki ölü şairlerin durmadan anılmasından tedirgin olan şairlerin kalemleri sivriltmesi gerekli...
Sennur Sezer

Evrensel'i Takip Et