30 Mayıs 2010 00:00

kayıp


Bir uçak arıza yapıp bir adaya düşer ve olaylar gelişir.
Hâlâ dünyanın en çok izlenen dizisi mi bilmiyorum ama en çok tartışılanının Lost olduğu kesin. Zaten bizde daha çok İnternetten indirme usulüyle izlendiği için, bir istatistiğine ulaşmak zor.
Her izleyenin kendine göre bir nedeni olabilir, bir adadaki mistik doğaüstü hareketlenmeyi, iyi ile kötü arasında garip bir mücadele izlemeyi sevenler, ya da zaafları ve hayalleri olan bir grup insanın kurtulmaya çalışmasını seyretmekten zevk alanlar olabilir. Belki dizinin en ayırt edici yanı, karakterlerin geçmişi, bugünü, geleceği, bir de “öyle olmasaydı” türünden paralel hayatları arasındaki geçişleri başarıyla vermesiydi.
Lost üstüne konuşsak konuşulur da, şimdilik son bölümden çıkardıklarımı paylaşmak niyetindeyim. Özetle, meselenin şu olduğunu herhalde meraklıları henüz finali izlemeseler de biliyor. Final izleyicilerin çoğunu tatmin etmedi, çünkü kafalarındaki sorulara yanıt bulamadılar.
Hayal kırıklığının nedeni şuydu: Lost altı yıl boyunca, 120’nin üstünde bölüm, beş binin üstünde dakika süren koca bir dizi filmdi. Bu beş bin küsur dakika boyunca, tabii ki yüzlerce gizemli olay oldu ve sona gelindiğinde bunların çoğu hâlâ çözülmemişti. Tropik adada kutup ayısı, dinozor kemikleri, cinayet işleyen kara duman, haritada bulunamayan ada, zamanda yolculuklar, senaristlerin aklına ne gelirse işte...
Mundar edici dedikleri cinsten bir bilgi vermemek için, pek bilgi vermeyeceğim. Ama final bölümündeki şu iki replik, bence Lost’un finalinin özetiydi:
LOCKE (Ya da onun bedenindeki varlık): Görünüşe göre yanılıyormuşsun. (Bir şeyler olur.)
JACK (Ya da onun bedenindeki varlık): Görünüşe göre, sen de yanılıyormuşsun.
Soruların çoğu yanıtsız kaldı, forumlarda üretilen milyon tane teorinin hiçbiri tutmadı, yani Locke görünümlü şahısla Jack görünümlü şahsın birbirine dediği gibi, görünüşe göre herkes yanıldı. Bunun için final bölümüne yüklenmek haksızlık, zaten bir tek finalcik bunların yanıtını nasıl verebilirdi, ama asıl soruya, yani bu adada bu kadar acayip olayın nasıl olduğu sorusuna tatmin edici bir yanıt verse belki o da hoşgörülebilirdi. İzleyicilerin çoğu için o da olmadı, çünkü senaristlerin vaktiyle söz verdiği gibi “fizik kuralları içinde” bir açıklama getirmediler.
Olmadı, ama olamazdı zaten. Final aslında bakarsak kötü bir final sayılmaz. Ama tatmin edici olmaktan uzak olmasının nedeni, beş bin küsur dakikalık bir hikayede tutarlılığı korumanın imkansız gibi bir şey olması. Çok beylik bir laf gibi görünebilir, söyleyen John Locke ya da Said olmayınca inanmayabilirsiniz, ben yine de şansımı deneyeyim: Bir şey ne kadar uzarsa, kontrolden çıkma ihtimali o kadar yüksek. Lost’un da başına bu geldi.
Dizi izlemenin mantığını anlayabiliyorum, heyecanı uzun süre diri tutmak insana çekici geliyor. Ama böyle hayal kırıklıklarından bıkanlara önerim, sinema filmleridir, gayet ciddiyim.
Dahası da var. Beş bin küsur dakikalık bir dizi film yapıyorsunuz ve işte aynen bir dizinin yapması gerektiği gibi tempoyu da düşürmemeye çalışıyorsunuz ya, işte o zaman cevaplayamayacağınız sorular ortaya atmak o kadar da saçma bir fikir gibi gelmiyor. O zaman da tutarlılığı kim takar? Buraya bir kutup ayısı koymak ya da paralel hayatlar kurgulamak, bir kadını bir birine bir ötekine yar etmek, diziyi birkaç bölüm daha kurtarır diye düşünmek dizi mantığına gayet uygun.
Bu kadar film üstüne gevezelik yapmayı iş edinmiş biri olarak bile, bir milyon tane teori üretip de altı yılını Lost tartışmaya ayıran ve hayal kırıklığına uğrayan arkadaşların acısını paylaşamıyorum. Bu köşe, aslında izlediğimiz filmler üstüne düşünmek ve tartışmak amacıyla yazılıyor bile olsa, belki ilk ve son kez şunu söylemem gerek. O kadar da kafa yormamalı be, düşünecek başka şeyler de var hayatta. Filmler üstüne kafa yormak iyidir ama bu kadar da kaybolmamak lazım.
Çağdaş Günerbüyük

Evrensel'i Takip Et