3 Haziran 2010 00:00

GÖZLEM


İşçi sınıfının ekonomik-sosyal çıkarları açısından önemli bir araç olan sendikalar, son 30 yıl içinde üye sayıları, sınıf mücadelesi içindeki rolleri ve kendilerine duyulan güven açısından belirgin bir gerileme yaşadılar. Sendikaların sömürünün sınırlandırılmasına yönelik mücadelesiyle birlikte artan toplumsal rolü sonucunda kapitalist devletler, geçmişte zorunlu olarak sosyal devlet uygulamalarını hayata geçirmek zorunda kalmış; bu durum, sendikalara duyulan güveni de en üst düzeye çıkarmıştı. Ancak özellikle Avrupa’da sendikalar, bu güveni, sermaye hükümetleriyle “sosyal ortak” olarak boşa çıkarmakta gecikmedi.
1980 sonrası, değerler sisteminde yaşanan değişimin de etkisiyle, ortak sorunlara yönelik ortak çözümler üretmek yerine bireysel çözümlere yönelme çabaları ön plana çıkarıldı. Bireyci ve sahte ‘bireysel özgürlük’ söylemlerindeki artış, toplumun genelinde olduğu gibi emekçiler üzerinde de etkili oldu. Bu durum, başka nedenlerle birleşerek işçilerin dayanışma ve mücadele örgütleri olan sendikalara yönelik ciddi bir güven sorgulaması içine girilmesini beraberinde getirdi.
Sendikalar, 1980’li yıllardan itibaren gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkede, emekçilerin kazanılmış haklarını gerileten koşullarda pay sahibi olmalarından kaynaklı olarak, ciddi bir güç ve itibar kaybına uğradılar. Bu durum, sermayenin yoğun propagandasının da etkisiyle, bir taraftan sendikaların işçi sınıfının örgütleri olma özelliklerini tartışmalı hale getirirken, diğer taraftan onların örgütlenme yönelimleri ve mücadele kapasitelerini daraltan önemli bir etken oldu.
İşçi sınıfı, yapı itibariyle homojen olmadığı için kendiliğinden ayrışma potansiyelini her zaman potansiyel olarak içinde barındırıyor. Kendi içinde rekabet eden bir sınıfın üyelerinin birbirleriyle mücadele etmeleri genellikle yenilgiye yol açtığından, aynı zamanda bir zorunluluk olarak ortaya çıkan sınıf dayanışması, sendikaları bir ihtiyaç olarak ortaya çıkarmış olsa da sendikaların esas gücü ve etkisini işçilerin önce birbirlerine, sonra örgütlerine güven duymaları oluşturuyor.
Sendikaların yaşadığı güven kaybını belli ölçütler üzerinden ele almak mümkün. Bunlardan en belirgin ve gerçekçi olanını yeni üye kazanma, örgütsüz emekçileri örgütleme ve onları mücadeleye çekme noktasındaki isteksizlik ve ‘geri duruş’ oluşturuyor. Yine bugünkü sendikal yapıların, halen örgütlü bulunan mevcut örgütlülüklerini korumak ve üyelerini harekete geçirmekte bile zayıflık göstermeleri, yaşanan güvensizliğin üzerine tuz biber ekiyor.
Sendikal örgütlenmenin en dinamik öznesi olan ve günümüzde farklılaşan eğilimleri genellikle göz ardı edilen işçilerin sendikalara yönelik algılarındaki değişim, güven sorununun çok daha ciddi boyutlarda olduğunu gösteriyor. İşçilerin önce kendilerine, sonra sendikaların gücüne ve politikalarına yönelik algı ve düşüncelerinin olumlu olması durumunda, en olumsuz koşullarda bile örgütlenme ve mücadelede başarının yüksek olduğunu gösteren çok sayıda örnek var.
Sendikalar, bütün eksikliklerine ve zayıflıklarına rağmen emekçiler arasındaki rekabete son vererek, ortak çıkarlar etrafında birlik ve güç oluşturmalarını sağlama özelliklerini bugün de koruyor. Ancak sendikalara yönelik algıların ve buna bağlı olarak ortaya çıkan güvenilirlik durumunun geçmişte olduğundan çok daha farklı hale geldiği de bir gerçek.
Sendikalar açısından, sendika üyeleri ve örgütsüz kitleler içinde güven sorununun ön plana çıkmış olması, bugünkü görüntünün daha karmaşık ve istikrarsız olduğunu gösteriyor olsa da, bu durumu ortaya çıkaran nedenlerin neler olduğu biliniyor. Öte yandan, sendikalara ve sendikal mücadeleye yönelik güvenin sarsılmasına gerekçe olan nedenlerin nasıl ortadan kaldırılacağına yönelik tartışmaların, sorunun tarafları açısından yeterince yapıldığı da söylenemez. Konunun bu yönünü önümüzdeki hafta değerlendirelim.
ERKAN AYDOĞANOĞLU

Evrensel'i Takip Et