11 Haziran 2010 00:00

Harb-İş kongresinin gösterdikleri

Sendikal bürokrasinin sorgulandığı ve teşhir edildiği bir genel kurul yaşandı.

Paylaş

Sendikal bürokrasinin sorgulandığı ve teşhir edildiği bir genel kurul yaşandı. Bu genel kurul Harb-İş Anadolu Yakası Şubesi 2. Olağan Genel Kurulu’dur. Genel kurul salonuna asılan şu üç önemli pankart ‘Mücadeleci sendikal anlayışı yükselteceğiz’, ‘Kıdem tazminatıma dokunma’, ‘İsrail’in yaptığı katliamını lanetliyoruz’ tartışmaların merkezine yeterince oturmasa da, sendikanın bütün bir geçmişinin sorgulanmak istenmesi ve bir iç hesaplaşmanın yaşanması bakımından genel kurulun değerlendirilmesini önemli kılıyor. Harb-İş genel kurulları her dönem iki ayrı yönetim listelerinin yarıştığı ve bu listelerin tarafı delegelerin kıyasıya birbirlerinin hata ve zaafların üzerinden tahammül sınırlarını aşan sınıf tutumuna yakışmayan tartışmaların körüklenmesi bakımından da özel özgünlükler taşıyor. Her genel kurul öncesinde işyerlerinde başlayan delege seçimlerine yönelik askeri komutanlık yetkilileri mutlaka bu işin tarafı olarak müdahalelerde bulunuyorlar. En küçük bir işyerinden, binlerce işçinin çalıştığı dikimevleri, tersaneler, Tuzla Jip, gibi işyerlerinde Hüseyin Över başkanlığındaki şube yönetiminin alaşağı edilmesi için aylardır planlar yapıldığı biliniyor. Harb-İş tarihi aynı zamanda işçi ve sendikal harekete karşı tasfiyeler ve komplolar tarihidir. 1998-1999 yıllarında bizzat genelkurmay ve kara kuvvetler Komutanlığı tarafından Harb-İş’e karşı bir tasfiye hareketi başlatılmıştır. İrticai ve bölücü faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle işyeri temsilcileri sürgün edildi, onlarca ileri işçi işten atıldı. Afyonkarahisar’dan, Eskişehir’e, Kayseri’den, Niğde’ye, Sivas’tan, Gelibolu’ya kadar bir büyük operasyon yapıldı.
Bu kıyım ve sürgünlerin yaşandığı dönemde askeri sanayide çalışan işçilere asker muamelesi yapılmak isteniyordu. Harb-İş üyeleri bu saldırı ve despot yaklaşıma ‘Asker değil işçiyiz’, ‘Eylemlerin öncüsüyüz’ diyerek tavırlarını koymuşlardı. Yine bu dönem askeri sanayide özelleştirme ve taşeronlaştırma olmaz, işyeri kapatılmaz diyenlerin aksine bu uygulamanın başladığı da bir süreçti. Disiplin soruşturmaları, genel güvenlik kovuşturmalarının kıskacında başlatılan saldırılar, Harb-İş genel merkezinin emir komuta zinciri içinde teslim alınması isteniyordu. Nitekim Osman Çimen ve Orhan Atay süreçleri tam böylesi süreçlerdir. Komutanlıkların bizzat planları ile delege seçimlerine müdahale edilerek, muhalefet örgütlendi. Çimen ve Atay süreçlerinde sendikanın harcamaları ikiye katlandı. Sendikal bilinç ve örgütlülüğünün yükseltilmesi amaçlı eğitim çalışmaları formalitelere çevrildi. İşçi sağlığı ve iş güvenliği hiçe sayılarak rafa kaldırıldı. İşçilerin sendika genel başkanlarına soru sorması engellendi. Mali harcamalar hep kapalı kapılar arkasında sümen altı edildi. Bütün bu gerçekler gün gibi ortadayken bugün muhalefet hareketini başlatanlar, geçmişi sorgulamadan, mevcut şube yönetiminin günlük hata ve zaaflarının çetelesini tutarak bir hesaplaşmaya girmeleri bir ilerleme yaratmamıştır.
Genel kurulda kaygı verici yan delegelerin sınıf çıkarları üzerinden değil, koltuk kapma, sendikayı ve sendikaları geçim kaynağı görme ve sendikacılığı da meslek olarak algılamalarından kaynaklı bölünmeleridir. Bu bölünmeyi bizzat askeri işyeri patronlarının körüklediğini de hesaba katarsak yapılmak istenen sendikanın tasfiyesidir. Her genel kurulda AKP, MHP, BBP, DSP, ANAP, DP, CHP gibi partilerin ideolojisini savunan delegelerin muhalefet hareketinin başını çekmeleri boşuna olmasa gerek. Askeri komutanların bizzat görevlendirdiği subayların muhalefet yandaşlarının bir kısmı ile gizli toplantı yapmaları nasıl bir tasfiyenin yapılmak istendiğine de önemli ipucu içeriyor. Bir diğer önemli gelişmede muhalefete gönderme yapacağım, şirin görüneceğim diye konuşan sol tandanslı birkaç delegenin, mevcut şube yönetimini arkadan hançerlemesi, psikolojik figüran rolü oynayan muhalefet delegelerini cesaretlendirmiştir. Bu olumsuzluk hatta seçim sonucunu bile etkilemiştir. Muhalefet adına konuşan ilk delege Hasan Kandil’in 1800’lü yıllarda işçilerin yaşam koşullarındaki durumun bugün de işyerlerinde yaşandığını, sınıfa karşı sınıf ekseninde hareket edilmesi gerektiğini ve profesyonel sendikacıların ücretlerinin işçi ücretleri ile eşitlenmesi önerisinin dışında kayda değer tek bir şey yok.
Daha somut öneri ve düşüncelerin tartışılması fikrini özlü olarak ortaya koyan tek delege, yeni yönetici seçilen Menderes Özcan oldu. Özcan, konuşmasında hem muhalefetin iddialarını somut cevaplarken, işçi sağlığı, iş güvenliği sorunundan, işçilerin sınıf bilinci almaları için nasıl bir eğitimin gerekli olduğunu, partilere, mezheplere, inançlara göre değil, emek ve sermaye ekseninde bir bölünmenin olması gerektiğini, askeri sanayi iş kolunda özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamalarına karşı mücadeleci bir anlayışla cevap verilmesinin zorunlu olduğunun, sendikanın mali bütçesinin mutlaka işçilerin denetimine açık olması gerektiğinin altını çizdi. Bu genel kurulun en önemli kazanımı Menderes Özcan gibi genç bir işçinin sendika yönetimine gelmesi olmuştur.
Sonuç olarak Harb-İş kongresinde yaşananlar tam anlamıyla yeterli olmasa da, sendikal hareketin sorgulanması ve önümüzdeki sürece ilişkin önemli bazı kararların alınması anlamında oldukça önemli olmuştur. Harb-İş ilk defa bir operasyon yemiyor. Şube yönetiminin ilk etapta düzeltilmesi gereken yan, işçiler, arasında sınıf çıkarları ekseninde değil, farlı düşünce ve inançlar üzerinde olan bölünmenin sona erdirilmesidir. Eğer bir bölünme olacaksa Ekim Devrimi’nin arifesinde Kışlık Saray’a yönelen Rus işçilerinden birine sorulan soruya verdiği yanıt olmalıdır: “Ben onu bunu bilmem. Ya burjuvazi, ya da proletaryayı bilirim. Benim yerim proletaryanın yanıdır.” Tarih bu özlü sözleri er ya da geç gösterecektir.
Haşim Demir-
Özgür Akgül (İstanbul)
ÖNCEKİ HABER

Kongrenin ortaya çıkardığı sonuçlar

SONRAKİ HABER

BASIN TURU

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...