20 Haziran 2010 00:00

Başkentin yollarında…


Ölü dönem olmasına karşın, Güney Afrika’dan gelen soğuk vuvuzela gürültüsü eşliğinde ayaktopunun sıcaklığı sürüyor yine de. Ama benim amacın, ne bu soğukluğa ne de o sıcaklığa değinmek. Benim gündemimde uzun süredir yazmayı düşündüğüm gülmeceli(!) bir araba sporu var. Çünkü yazacaklarım, dört teker önden çeker kent taşıtlarıyla ilgili. Hemen her şeyde olduğu gibi özünde insanla ilgili kuşkusuz. Bu nedenle beyin sporu da denilebilir buna.
Başkentin tepelerinden birinde tören camisi olarak kullanılan Kocatepe Camii’nden aşağılara inen cadde, açık hava toplantılarının vazgeçilmez yeri Sıhhiye Alanı’na gider. Kesiştiği Ziya Gökalp Bulvarı’nın üzerinden de bir köprüyle atlatılmıştır. Zaten Ankara’nın üst yolları, alt geçitleri; hele de üst yaya geçitleri pek bilinir gülünçlükleriyle. Özellikle de köprüyle aşırılan bu Mithatpaşa Caddesi’nde ve yöresinde...
Geçtiğimiz günlerde üzerindeki geçitlerden birinin yakılmasıyla gündeme gelmişti bu cadde. Ondan önce de TEKEL işçilerinin direnişine tanıklık etmişti. İşçiler Sakarya Caddesi’nde, Türk-İş önündeydiler; ama polis arabaları Mithatpaşa Caddesi’nin direnişe yakın yanında kaldırım boyunca sıralı dururdu hep aynı yönde ve aynı biçimde. Tanıklığı bundandır.
Caddenin; dolayısıyla da başkentin önemli bir sorunu var bence. Bence diyorum, çünkü sorun yıllardır uzayarak sürdüğüne göre benden başkasını rahatsız etmiyor demek ki. Aslında sorun caddeden çok Ankaralının. O nedenle onlara seslenmek istiyorum ben de. Valisine, irili ufaklı belediye başkanına, emniyet müdürüne, il trafik sorumlusuna, bu konuyla ilgili ve yetkili kim varsa onlara değil. Onların bedensel varlığına karşın sorun sürüyorsa, demek ki yönetsel bir etkinlikleri yok. Ben Ankaralılara sesleniyorum. Beni duyarlar mı, duyarlarsa ne yaparlar, bilemem artık.
Mithatpaşa Caddesi tek yönlü bir yoldur. Küçükesat ve gerisinden gelen taşıtlar, Mithatpaşa üzerinden Sıhhiye’den geçip opera ve ötesine giderler. Bir de, sanırım 12 Eylül yönetimin yönlendirmesiyle, aynı yöne Atatürk Bulvarı üzerinden gidecekler Kızılay’a giremez de; Meşrutiyet Caddesi’ne saparlar ve Mithatpaşa üzerinden giderler. Bu uygulama, sağ kulağın sol elle ve kafanın arkasından dolaşarak gösterilmesine benziyor. Ayaktopuna sürekli yabancı sözcükler sokma uğraşındaki Uğur Meleke’nin dilimizde kullanılma ihtimalini muhtemel gördüğü Fransız terimi şapkaya (chapéu) getirdiği açıklamaya benziyor başkentin bu ulaşımı. Topçu, karşısındaki oyuncunun üstünden topu aşırıyor, sonra çevresinden dolanıp topu alınca şapka oluyormuş. Yani, böylesine saçma bir şey başkentin göbeğindeki ulaşım biçimi.
Bu tek yönlü cadde böylesine yoğundur işte. Sağ yanda otobüs durakları vardır, sol yan ise özel ve tüzel taşıtlara durak yapılmıştır. Böylece cadde iki yandan da daraltılmış olur. Taşıt akışı da iyice zorlaşır. Cadde deyince de öyle uzunca bir şey düşünmeyin. Belki iki, belki üç kilometre uzunluğundadır. İşte bu caddenin Sıhhiye Alanı’na çıkışında Atatürk Bulvarı ile buluşmasında araçların birbirine girmesini engellemek için olsa gerek, uzunca sayılabilecek bir demir parmaklık kondurulmuştur. Böylece Mithatpaşa Caddesi’nden Atatürk Bulvarı’na çıkış, toplu taşıma araçlarının genişliğinden biraz daha geniş kapı gibi bir aralıktan yapılmaktadır. Ne var ki bu kapı giderek daralmaktadır.
Caddenin sol yanını durak olarak kullanan özel ve tüzel taşıtlara yer dar gelince, Sıhhiye Alanı’nın ortasına doğru, yani alana çıkış kapısına doğru uzamıştır durak yeri. Anlayacağınız Ankaralı, dur durak tanımamış alanın ortasına dek kuşatmasını sürdürmüştür. Önce parmaklığın yarısına dek, sonra kimsenin ses çıkarmamasına güvenerek sonuna dek uzatmışlardır taşıt kuyruğunu. O da yetmemiş, ikinci bir sıra oluşturmuşlardır. Bir gün Evrensel’in Ankara çalışanları fotoğraflarlarsa bu görüntüyü, bunca söze pek gerek kalmayacaktır aslında. Çirkinlik anıtı bu durağın ikinci sırası şimdilik yarı yolda; ama yakın zamanda yolu tamamlayacağından hiç kuşkum yok. Ve işte o zaman...
Anadan doğma değil, sonradan olma olsam da yarım yüzyılı geçen Ankaralı olarak kentimin sorunları üzer beni, ülkemin sorunları gibi. Çok sık kullandığım bu caddeden her geçişimde de sinirim kalkar, öfkem kabarır. Ama bu öyle Şansal Büyüka’nın benzettiği köpüklü ayranın köpüğü gibi bir öfke neyin değildir. Deli dana, kızgın boğa kızgınlığı kıvamında bir şeydir. Hani, vatandaşlık görevimi yapayım uyarayım desem hangi birini uyaracağım?.. Sonra bir bakmışım; biri pompalısıyla, biri sustalısıyla, biri topu tüfeğiyle beni tahtalı köye yollamak için uğraşıp duruyor. Ortam çok uygun ya böyle bir duruma... Sorun gidecekse, ben de gideyim diyeceğim ama… Sorun gitmezse… Bok yoluna gitmek var işin içinde!..
Üstün Yıldırım

Evrensel'i Takip Et