24 Haziran 2010 00:00

ÖZGÜRLÜKLER


Geçen hafta Diyarbakır’da 4. ve 5. Ağır Ceza Mahkemeleri’nde Kandil’den ve Mahmur’dan Türkiye’ye gelen ve Habur kapısından içeri giren barış grubu üyelerinin yargılandığı davanın duruşmaları vardı. Türkiye Barış Meclisi Sekreteryası’ndan arkadaşlarla duruşmaları izledik.
Silahlarını bırakıp Türkiye’ye gelen ve Türkiye’de de hiçbir silahlı örgütsel faaliyette bulunmayan, tutuksuz yargılandıkları davanın duruşmasına katılan sanıklardan bazıları tutuklandı. Ortak savunmalarında, yaklaşık olarak, Öcalan’ın, Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın, medyanın, gazeteci ve yazarlarla demokratik kamuoyunun çağrılarını dikkate alarak Türkiye’ye geldik dediler.
İçlerinden bazılarının okuması yazması yoktu bazıları da Türkçe bilmiyordu.
Mahkemede okuması yazması olmayan insanlara, onlar hangi saikle geldiklerini ortak metinde açıkladıkları halde, aydınlatıcı bir bilgi verilmeden (izahatta bulunulmadan) doğrudan doğruya günlük kullanımla teknik bir hukuk terimi özelliği birbirine karışmış bir mesele soruldu: “Nitelikli pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istiyor musun?”
Pişmanlık nedir ve nitelikli pişmanlık nedir?
Başbakan ve Cumhurbaşkanı da teknik anlamıyla bilmezler nitelikli pişmanlık nitelemesinin ne anlama geldiğini. Doğaldır.1994 yılında köyleri yakılan boşaltılan insanlara da soruldu aynı soru. Kim pişman olmalı yaptığı utanç verici eylemler nedeniyle? Mağdurlara böyle bir soru sorulabilir mi? Vatandaşın evini barkını yak, yık, sonra da pişman mısın değil misin diye soru sor! Olacak iş mi? Mahmur’dan gelenler mağdurdur, devletin mağdur ettiği ve bir özür borcu ile tazmin borcu olan insanlardır. Üstelik Mahmur sakinlerinin statüsü ve Mahmur’un statüsü Birleşmiş Milletler tarafından belirlenmiştir. Buna rağmen devletin zulmüne maruz kalmış insanlara “pişman mısın?” diye sorulabilmektedir.
Yargılananların hiçbirisi hiçbir eyleme katılmadıklarını beyan ettiler ve beyanlarının aksini gösterir bir kanıt da yok dosyada. Bir tür ihsası rey de sayılabilir ama, Türk Ceza Kanunu’nun “etkin pişmanlık” başlığını taşıyan 221. maddesi dolaylı yoldan hatırlatıldı. Halbuki 221. maddenin 2. fıkrasında aynen şöyle denmektedir:
“Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.”
Sanıklara, “Öcalan çağrıda bulunmasaydı yine gelir miydin” diye varsayıma dayalı ve hukuken kabul edilemez sorular da sorulabilmektedir. Ya da sanık sorgusu sırasında sanığın avukatının müvekkilinin lehine söz istemeleri durumunda ‘sorgunun kesilemeyeceği’ söylenebilmektedir. Oysa CMK 147.madde şüpheli ve sanığa ifade ve sorguda müdafiin hukuki yardımından faydalanma hakkı tanınmaktadır (147/1-c).
İşin doğası gereği avukatın sanık lehine müdahalede bulunması söz konusu iken yargı ya da savcı müdafiin müdahalesini reddetmelerini sanığın haklarını koruma gerekçesi olarak açıklaması kabul edilemez. Sanığın haklarını savunmak ve korumak ilk önce savunmaya ait bir görev ve yetkidir. Savcının ve yargıcın objektif olması, usule uygun davranmaları ve sonuç olarak adil olmaları beklenir. Olmalılar. Ama sanığın haklarını savunmakla görevli ve yetkili bir kurum var, onun girişimleri engellenmemeli. Sanıklar nasıl ve hangi saikle geldiklerini açıklamalarına karşın, kanıtları değiştirme durumları olmamasına karşın ve tutuksuz yargılanma Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını düzenleyen 5. maddesi gereği bir insan hakkı olmasına karşın tutuklanabilmektedirler. Keyfi tutuklama 5. maddeye aykırı tutuklamadır. Çünkü 5. madde AİHM’in Engel ve Hollanda (1979) kararında belirtildiği gibi, şu amacın altını çizer: “Keyfi tutmanın önlenmesi”. Bunu sağlamak için “Hiç kimsenin keyfi bir işlemle özgürlüğünden mahrum edilmemesi gerekir.”
Ülkemizde yargı CMK’nun 100/2. maddesinde yer alan “Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir” hükmünü ‘varsayılır’ olarak anlıyor ve katalog suçları işlemekle suçlananlar hakkında tutuklama kararı veriyor. Sayısız örneği var bu durumun.
Sonuç: Yargı ideolojik ve siyasi süreçlerin parçası mı olacak yoksa adalet mi dağıtacak, insan hakları ve özgürlüklerini mi koruyacak?
Dağdan silahını bırakıp da gelenlere yaptırım mı uygulayacak, yoksa yasal duruma uygun kararlar mı verecek?
Hukuk devletini ve hukuk güvenliğini hatırlama zamanıdır: Yasaların yurttaşlara tanıdığı haklar uygulanacak mı uygulanmayacak mı; yasalar yargıyı, yargıcı da bağlar mı bağlamaz mı?
Bugünlerde yargı pratiklerine bakarak, galiba en çok bu soruları sormamız gerekiyor.
HÜSNÜ ÖNDÜL

Evrensel'i Takip Et